Amerika başta olmak üzere, bütün dünyanın problemlerinden biri olan ‘seri katiller,’ son günlerde Türkiye gündemini de meşgul ediyor. 7 kişiyi öldüren iki kişi ile ilgili haber ve yorumlar, gazetelerin manşetlerini işgal etmiş durumda.
İşlenen cinayetle ilgili ‘ayrıntılar’ın değerlendirilmesini bir yana bırakırsak; medyanın tavrında dikkat çekici bir değişiklik seziliyor. Geçmişte “idam” cezasının kalkması için kampanya düzenleyenler, işlenen ‘seri cinayet’ler sonrası “Ah, keşke idam olsa da bu katiller asılsa” demeye başladılar.
“Amerika’da olsa doğru gaz odası” başlıklı manşetin ‘özet’inde de şöyle denilmiş: “7 kişiyi öldüren iki cani yeni bir ‘Rahşan affı’ çıkana kadar hapis yatacak. ABD’de ise bu tür suçlulara verilen tek ceza var; ölüm!” (Vatan, 25 Ekim 2006)
Yaşanan dehşet verici hadisenin ‘ilk’ olmadığı ortada. Umalım ve dileyelim ki ‘son’ olsun. Ama uzmanlar aksini söylüyor: “Türkiye’yi hayrete düşüren seri cinayetleri değerlendiren psikiyatr ve psikoterapist Doç. Dr. Armağan Samancı, toplumda çatışmanın hakim olduğunu belirterek, ‘Türkiye bu tarz cinayetlerin daha kötülerini görmeye hazır olsun’ dedi. Doç. Dr. Samancı şunları söyledi: ‘Son beş yıldır Türkiye’de büyük bir toplumsal değişim var. Çocuklarını terk eden, çocuklarına eziyet eden ailelerin yer aldığı, çatışmanın ağırlıkta olduğu bir toplum var. Herhangi bir filmden, yapıdan kopya alan, acımasız, gücü olumsuz kullanan bir nesil yetişiyor. Geleneksel sevgiyle büyütülen yapı ortadan kalkıyor.” (Hürriyet, 26 Ekim 2006)
Seri cinayetleri değerlendiren ‘uzman’ın da ifadesiyle ‘suçlu’lar arasında ‘filmler,’ dolayısı ile ‘televizyon’ da sayılmalıdır. Her gün yüzlerce, belki binlerce ‘şiddet’ sahnesi izleyen çocukların ve gençlerin etkilenmemesi mümkün mü? TV’lerdeki şiddet görüntülerine bir de bilgisayar oyunları ve internetteki kontrolsüz şiddeti ilâve edelim! Bunca ‘sebep’ten etkilenen gençler arasından değil ‘seri katil’ler, başka ‘(ser)seri’ler de çıkabilir.
Probleme ‘doğru teşhis’ konulduktan sonra yapılması gereken şey, hastalığı tedavi etmektir. Kalplere ‘yasakçı’ koymaktan başka tedavi yolu var mı? “Var” diyenlerin Türkiye’yi getirdiği nokta, ‘seri katiller çağı’dır. Bu bakımdan, yanlış teşhis ve tedaviden vazgeçip, kalplere hükmetmenin yolunu arayalım...
*
TAV Anatolia
TAV Havalimanları Holding İcra Kurulu Başkanı ve CEO’su Dr. M. Sani Şener imzasıyla bir açıklama aldık. Açıklamada özetle şöyle deniliyor:
“Yeni Asya Gazetesindeki 15 Ekim 2006 tarihli ‘Nine bulabilsek dinleyebileceğiz’” başlıklı köşe yazınızda Ankara Esenboğa Havalimanı’nın adının ‘Anatolia’ olarak değiştirilmesine ilişkin dile getirdiğiniz endişelerinizle ilgili bazı noktaları açıklığa kavuşturmak istedik. (...)
“Öncelikle bilmenizi isteriz ki Ankara Esenboğa Havalimanının adının hiçbir surette değiştirilmesi söz konusu değildir. Bu konuda, bir yayın organının havalimanının açılış haberine attığı manşetten kaynaklanan bir yanlış algılama bulunmaktadır.
“TAV Anatolia, Ankara Havalimanının yeni adı değil, yalnızca TAV Havalimanları Holding’e ait bir “işletme birimi ve markası”dır. (...)
“Havalimanının isminin değişmesi hiçbir şekilde gündemimizde yer almamaktadır. Kaldı ki böylesi bir değişiklik kararı bizim inisiyatifimizde de değildir.”
“Esenboğa Anatolia oldu” şeklindeki habere itiraz etmiş ve “Hani, dilimizi koruyacaktık?” diye sormuştuk. Anlaşılan, böyle bir isim değişikliği sözkonusu değil.
Açıklamalarından dolayı TAV’a teşekkür ediyor ve okuyucularımızın bilgisine sunuyoruz.
28.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|