Mehmet Akif’in hazin öyküsü hâlâ yüreğimizi yakmaya devam ediyor. Kadir-kıymet bilmezlik hâlâ telâfi edilemedi. Çünkü, 1924-1935 yılları arasında millî şairimiz sürgün edilmiş. Hayattayken, hatta vefatında bile ilgilenilmemiş. Resmî ideoloji penceresinden soğuk bir mesafe konulmuş.
Vefat ettiği 1936’dan günümüze değişen bir ilginin devlet katında oluşmadığı da bir vakıa. Mutlaka bu eksiğin farkında olan ve bunu düzeltmek ihtiyacını duyan yetkililerin olduğunu kaydetmek gerek. Ancak sonuç ortada.
Mehmet Akif’in evi/müzesi, neden günde ortalama en fazla 4-5 kişinin uğradığı garip bir yer olsun? Neden üniversitenin kampus tahsisi kadastro tasarrufuna bırakılacak kadar mevzuat sığlığında bu günlere kadar ihmal edilsin?
Tacettin Sultan’ın sokak arasında gizlenmiş hali, manevî nüfuzu ile 1500-1550 yıllarında Kanunî dönemindeki tesiri ve İstanbul’daki Üftade Hazretleriyle hem hal olup tekrar Ankara’ya dönüşünde ektiği manevî tohumların hatırasına, bu zatın bulunduğu o bölge, özel olarak düzenlenemez mi?
Hacettepe Üniversitesinin dergâh ile türbe ve caminin yanında çok katlı modern binalar yapmaya devam ettiği göz önüne alınırsa, dergâh için dışlanmışlığın hakaretamiz yükünü hissettiren ilgisizlik gerçekten büyük bir ayıp.
Sözüm burada meclisten içeri. Çoğunun Safahat’la büyüdüğü hükümet üyelerinin bu konuya derhal özel bir statü kazandırmalarını temenni ediyorum. Özel bir yasa ile Mehmet Akif Enstitüsü adıyla bağımsız ve akademik araştırmaların yapılacağı kurumsal bir hüviyet verilebilir.
Söylenecek hiçbir gerekçe ve mazeret, ihmalkârlığın itirafından ve lâkaytlığın efsunlaştıran kültürel cehaletinden öteye geçemeyecektir. Erbabına hassaten arz olunur.
Bunu bir kampanyaya dönüştürecek girişimi düşünmeye başladım. İlgilisini ve sivil toplum inisiyatifi olan kültür insanlarını bu kampanyaya dâvet ediyorum.
Yol yöntem ve stratejisi mutlaka belirlenip, teşebbüste bulunulmalı.
***
Buruk ve acı dolu bir ezilmişlikle ayrıldığımda Hacettepe’nin karşısında bulunan İbn-i Sina hastanesine geldim. Öğle saatiydi, hava açıktı ve hasta yakınları birazdan başlayacak ziyaretleri için bekliyorlardı. Hasta, hasta psikolojisi üzerine müşahedelerime takılmadan, devam eden kültürel yolculuğumda kalmak istedim.
İbn-i Sina Hastahanesi önündeki tam boy İbn-i Sina büstünün önünde durdum. Sol elindeki kitabı kalbinin üzerinde tutmuş, sağ eli ise biraz aşağıda, alıcı ve diyaloğa açık bir pozisyondaki İbn-i Sina büstünün önüne, ufka bakan bir duruşu var. Eğer karşısındaki Hacettepe’nin görüşü engelleyen binaları olmasaydı ve azıcık sağa dönse, İbn-i Sina’nın tecessüm etmiş bakışı merhum Mehmet Akif’in müze evini ve Tacettin Sultanın manevî ikliminin mekânlarını “dünya gözüyle” görebilirdi.
Büstün kaidesinde, herkese ders niteliğinde ibretli sözler var. Ön cephede “Büyük Türk Hekimi İbn-i Sina 980-1037 hekim, bilgin, filozof, şair” yazılı. Kaidenin sol cephesinde “Bilim ve san'at takdir edilmediği yerden göçer” ifadeleri yer alıyor. İbn-i Sina, bu sözleriyle bir anlamda neden bilim ve san'atta yeterli olmadığımızın ip uçlarını vermektedir.
Bilim kampüsünde büyük mütefekkir ve millî şaire reva görülen bakışı ve buna yıllardır seyirci kalan cari sistemin, “kültür ve bilimi beraberce toplumun barışı ve kalkınması için nasıl hayata geçirilebilirim”in cevabını vermesi lâzım.
Mehmet Akif, elit kesimden İbn-i Sina kadar şanslı bir muamele maalesef görememiş. Merak ettim, acaba merhum Akif’in Ankara’da adı kaç mekâna, bilim merkezine verilmiş? Kampüsün içinde olmasına rağmen, acaba bir anfi, bina veya kürsüye adı verildi mi? Adına bir araştırma merkezi kuruldu mu? Bu satırların gözlem ve yazı süreci bayrama denk geldiği için resmî zevata soramadım.
Evet, marifet iltifata tabidir. Bırakınız iltifat etmeyi, hak edilen değeri vermeyip hakirce görmezlikten gelenlerin, kültür budaması yaptıkları bu kurutulmuş millet ağacından ne tür meyveler beklenir ki?
Sevgi önlendiğinde, şiddet kapıya dayanmaz mı? Ağırlıklı olarak insan organizmasını öğreten ve bu konuda saygın bir yere sahip Hacettepe’nin sağlık kampüsünde, ruh sağlığına ve kalp vuruşuna sevgi bilinci verecek bir Mehmet Akif öğretisine o kadar ihtiyaç var ki...
Ta Arnavut’tan ziyaretçisi gelen Mehmet Akif’i acaba kampüsteki kaç öğrenci, çalışan ve akademisyen bugüne kadar ziyaret etti? Doğrusu güzel bir araştırma konusu.
TBMM çatısı altında bir Mehmet Akif Enstitüsü Kurulamaz mı? Ya da Kültür Bakanlığı bu konuya özel olarak el atamaz mı?
İnşallah, İstiklâl Marşı’nın kabul yıldönümü olan 12 Mart 2007’ye kadar sağlıklı bir teşebbüs gerçekleşir.
27.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|