Hacı Bayram Camiinde çilehaneyi ziyaret için beklerken, cami ile komşu ve yakın tarihimizin Risâle-i Nur hizmetleri açısından bir çekirdeği olan 27 numaraya, yeni numarası ile 23/A-B’lerin ziline uzandım. Sabahın erken saati, Pazar ve arefe olması hasebiyle kimse yoktu. Zaten oradaki mânâya hürmeten ve ruhaniyâta saygı kabilinden gitmiştim. Hacı Bayram’la komşu Nur’un “Bayram”ı olan ağabeyle, idrak etmek üzere olduğumuz bayramı beraber zikrettim dünyamda.
Üç Bayramla iç içeydim; Hacı Bayram, Bayram Yüksel ve Ramazan Bayramı...
Ömer Tuncay Ağabeyin de uzun süreli kaldığı, merhum Zübeyir Gündüzalp’in de bir müddet mekânı olan bu nurânî ağaç, sonrasında binlerce meyve verdi. Bu mekân; artarak devam eden nurânî iklimini, günün yoğunluğu içinde sakinlerine ve ziyaretçilerine yaşatıyor. Bir feyiz makamı olmaya devam ediyor.
Aynı sokakta, Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin Arabiyat hocası Şeyh İzzettin’in türbesi de bulunuyor. Hacı Bayram makamı, birbirine mütemmim ve dünden bugüne manevî silsilenin iki ekseninde zamanlarının sözüne sahip zatların buluşma kavşağı konumunda.
Bu noktada, girişimlerini ve çalışma planlarını bildiğimiz Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in dikkatlerine sunmak istediğim bir husus var:
Hacı Bayram bölgesini çevreleyen İsmet Paşa mahallesinin olumsuz etkileri, camiye girişin çok kapalı ve dar güzergâhlardan geçmesi, tenezzüh halini gölgeliyor. Minibüslerin kalkış noktaları, yoğun trafik, amele durağı ve sıkışık kitapçıların arasından cami mekânına ulaşılıyor. Bölgenin bu kapalı ve sıkıntılı çevresinin komple açılması gerekir.
Yeni külliye inşaatı da dahil İslâmî hassasiyeti olan hizmet gönüllüleri başta olmak üzere geniş yelpazede hizmet verecek büyük bir kültür merkezinin inşâsı şart. Ayrıca normal aile ziyaretlerini teşvik edecek, kenarda duran ve kalbi ısınmayı bekleyen ziyaretçilere ortamın rahatlığını verecek bir düzenleme ferahlatıcı olur.
Dinî hayatı olan veya dilek tutmak için minarenin giriş kapısına dokunup meşgul eden trafiğin dışında, hidayet kapılarını açacak şekilde manevî cazibeyi gözlere takdim edecek ve insanları celp edecek mekân genişliğinin ve çevre huzurunun temin ve tesisi, Ankara’nın manevî havasını daha da cazip kılacaktır.
Hacı Bayram bölgesi; bu konuda hiçbir çalışmadan ve irade ortaya koymaktan çekinmeden, çevrede metruk ve mezbele halindeki gecekondular başta olmak üzere dereye kadar inen yamaçlar dahil açık bir manevî botanik adası gibi ruhu okşayan ve mistik dokuları işleyen bir huşû ve huzur vadisine dönüştürülmelidir.
Başkan Gökçek’in en acil bir şekilde bunu tahakkuk ettirmesini temenni ediyoruz. Bu konudaki hassasiyetinin ve beyanlarının doyurucu olduğunu, sıranın icraata geldiğini belirtmek isterim.
Nasıl Bilkent ve civarı ayrı bir iklimi sembolize ediyorsa, Armada ve çevresi yeni bir gelişme alanı ise, Hacı Bayram bölgesi de gerekirse özel bir statüde uluslar arası düzeyde bir “Gönül Merkezi” olarak yeni bir bakış açısıyla tanzim edilmelidir.
Ankara’nın gönül sultanları âbideleşmeli ki, onların mânâ denizinden beslenen mensupları ecdada ve istikbale uzanan bir başşehir anlamını güçlendirsin.
***
Hacı Bayram bölgesindeki müşahedelerimden ve aldığım derslerden sonra Ankara kalesine çıktım. Oradan temâşânın ve şehre nazar etmenin anlamlı değerlerini yakalamak istiyordum. Bu sırada Bediüzzaman’ın Ankara kalesinde yaptığı tesbitler zihnime oturdu hemen. Bediüzzaman, Osmanlı’nın yıkılışı ve Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte başlayan manevî tahribatın ve ölümlü dünyanın tarih sayfalarına düşmüş hazin sonlarının tesiriyle hissettiği “en kara” bir Ankara’dan bahseder.
O günlere hayalen gittiğimde, kalenin tepe noktasındaydım. Bir yay gibi nazarımı kaydırdığım ufkî bakışın her noktası benden uzaktaydı. Ben yalnızdım. Arefe gününün bu sakin Pazar sabahını bozacak insanlar da yoktu. Kendimleydim. Koskoca kalede kendime misafirdim. Düşüncelerime hapistim. Ama kendime ait gönüllü bir mahpustum. İç dünyama emanettim. Bediüzzaman, teessürlü ifadeleri ve geçmişten geleceğe yıkık bir köprünün başındaki duruşuyla bize sesleniyordu. İstikbale uzanan ümitlerini ve hayallerini, anlamaya çalıştım. İçimden yükselen ses, ümitlerinin hayata dönüştüğünü ve attığı tohumların baharında olduğumuzu söylüyordu.
Onlar kışta gelmişti. Biz ise baharda yaşıyorduk. Bediüzzaman’ın aziz hatıraları, Ankara’yı tedirgin eden ve bir o kadar da dikkate sevk eden bütün cebrî ve hilekâr siyasî tavırlara rağmen yaşıyor. Bediüzzaman, Ankara’dan Van’a gitmeyi tercih etmiş. Kuruluş yıllarının yanlışlarına âlet olmamış ve dönemin tahribatına karşı görüşlerini kalemle seslendirerek cevap vermiştir.
Yıllar sonra Ankara’ya dönmüş, hayattan veda öncesi ziyaret etmek istemiş, ancak cârî yapı ve ondan çekinen iktidar, Haymana kavşağında Bediüzzaman’ı durdurmuş ve Ankara’ya sokmamıştır.
Buna mukabil, eserleri, düşünceleri, hizmet aksiyonu mekânları ve fizikî kontrollerin ceberut halini çoktan aşan şevkiyle Risâle-i Nur fikriyatının dengeli hizmet modeli, geniş bir dairede tesir dalgasını büyütmüştür. Sırren tenevveret içinde, merakla ve ilgiyle düşünceleri riyasetin farklı kademelerine yansıyarak müsbet akisler vermiştir.
“Rahat uyu Üstadım. Hayat ve istikbal sizi teyit etmiş ve tarih, doğruluğunuza şahit olmuştur” dediğimde, kendi adıma mahcupkâr, dâvâm adına müstefid ve coşkuluydum.
Ramazanda, Kocatepe’deki kitap fuarında en az 10 yayınevinin Risâle-i Nur’ları bastığı, onlarcasının da milyonlara ulaştırdığı bir bayram ulviyetinde baharı yaşadığımız için şükrediyoruz.
25.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|