Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in ölümüyle ilgili değişik haber ve yorumlar yapılıyor. Ölüm, değişmeyen tek gerçek. Er ya da geç hepimiz ‘ölüm’ü tadacağız. İslâma göre önemli olan ‘geçici dünya hayatı’ değil, ‘ebedî âlem/öteki dünya’dır; bunu bilir ve bunu söyleriz.
İslâmiyet, hayat dini olduğu için; dünya ve ahiret hayatımızı da nizama koyar. ‘Öteki dünya’da kazanabilmek için; ‘fani dünya’da nasıl yaşamamız gerektiğini de Kur’ân’dan öğreniriz. Tabiî ifade etmeye çalıştığımız ve herkesin bildiği gerçekler, ‘inananlar için’ geçerlidir. Bu konularda ‘şüphe’si olanlara söyleyecek tek şey var: “Allah (cc) iman ve iz’an nasip etsin.”
Ecevit’in ölümüyle ilgili yapılan yorumlara değişik tepkiler geliyor. Bazıları, “Ölünün arkasında (kötü) konuşulur mu?” diye sorarken, bazıları da “Her şey bilinsin” diyor. “Ölünün arkasından nasıl konuşulacağı” konusu, ‘ilahiyatçı uzman’ların sahasına girer. İşin bu yönünü ‘uzman ilahiyatçılar’a bırakıp, şunları hatırlatabiliriz:
Eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in Türkiye siyasetinde bir ‘iz’ bıraktığı, elbette tartışılamaz. Ancak bu ‘iz’in ne olduğu veya millet menfaatinde bir ‘iz’ olup olmadığı elbette tartışılır ve tartışılacaktır. Bizim arzumuz, bir bütün olarak Türkiye siyasetinde bırakılan ‘iz’in ortaya konulmasıdır.
Kişiler, elbette ‘hata’ ve ‘sevap’larıyla değerlendirilir. Tek bir ‘iyi’liğini öne çıkarıp, diğer ‘fena’ hallerini görmemek ya da göstermemek hakperestliğe sığmaz. Üstelik, ‘kötü’lükleri aşikâr olarak işleyen ve bununla da övünenleri teşhir etmek yanlış değildir.
Bazı gazeteler, Ecevit’in vefatı sonrası önceden hazırladıkları ‘methiye’lerini yayınlama yarışına girdiler. Buna da bir itirazımız olmaz. Türkiye’de ‘iz’ bırakmış bir siyasetçiyi, isteyen istediğini şekilde değerlendirebilir. Ancak, geçmişte yapılan ‘hata’larının hatırlatılmasına itiraz edilmesini de anlamak mümkün değil. ‘Onu sevenler’in Ecevit’i methetme hakları var ise, ‘ona mesafeli bakanlar’ın da itirazlarını dile getirme hakkı olmalıdır. Aksi halde ‘hakikat/gerçek’ nasıl orataya çıkabilir?
Meselâ, bazı gazeteler Ecevit’ten bahsederken; “12 Eylül’e karşı çıktı” diyorlar. Bundan tabiî ne olabilir? Bunun bir ‘haber’ değeri var mı? Partisi kapatılan bir siyasetçi, ihtilâlcilere dönüp “Elinize sağlık” mı demeliydi? Böyle demedi diye ekstradan ‘övgü’yü hak eder mi? Ecevit 12 Eylül ihtilâline karşı çıktı da, diğer siyasîler destekledi mi?
Hem kendisine yapıldığı için 12 Eylül’e karşı çıkan Ecevit, aynı derecede 27 Mayıs’a karşı çıktı mı? 27 Mayıs’ın ihtilâlcilik anlamında 12 Eylül’den ne farkı var? Kendisine karşı yapılan ihtilâle hayır deyip, öz be öz milletin reyleriyle iktidara gelen başka bir partiye (daha doğrusu doğrudan demokrasiye) karşı yapılan ihtilâle destek olmak hangi görüşte olursa olsun siyasetçiye yakışır mı?
Bu ve benzeri yüzlerce “Türkiye gerçeği”ni milletin bilmesini gerekmez mi? Vefat sebebiyle bunları hatırlatmak; kimi, niçin rahatsız eder?
08.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|