“Kim kendini tanırsa, Rabbini de tanır” hadis-i şerifinden hareketle, küçük bir kâinat hükmündeki bedenimizle alâkalı tefekkürî yazılarımızı, anatomi ilminin yardımıyla devam ettiriyoruz.
Detaylara girmeden anlatmaya çalıştığımız her bir organımızın, muhteşem bir mucize eseri olduğunu görüyoruz. Bu İlâhî sanat karşısında azıcık bir iz’an ve vicdanı bulunanın, o eserlerin sanat'kârını kabul etmemesi mümkün değildir. Bu tarz bir yaklaşım, inanç sahiplerinin de imanını parlatmaktadır.
Mûcizevî san'at eserlerinden biri de, vücudun hayat merkezliğini yapan kalbimizdir. Normal bir insanda günde 100.000 defa vücuda kan pompalayan ve 70 yaşındaki bir insanın hayatı boyunca 250.000 tonluk kanı pompalamış bulunan kalb, durduğu zaman her şey biter ve hayat söner. Her ne kadar hayat, Ezelî Hayat Sahibi olan Allah’ın Hay isminin canlılardaki tecellîsi ise de, kanın deveranını sağlayan kalb de fiziksel hayatın devamının vesilesidir.
Göğüs kafesinde ortalama 270 gram civarında bir ağırlığa sahip olan ve aynı zamanda yürek adı da verilen et parçasının maddî yapısı bile insanı hayretler içerisinde bırakmaktadır. Kalbin en dışında, perikard zarı denilen ve üstteki biraz kalınca, diğeri kalbe yapışık olan daha ince iki zardan oluşan bir zarf vardır. İki zarın arası çok ince hesaplarla salgılanan bir sıvı ile doludur. Bu sıvı, perikard zarının kendi salgısıdır. Biraz fazla salgılansa, oluşan basınçtan dolayı kalb aşırı yorulur. Tersine sıvı az salgılanırsa, bu kez kalb dikenli tellerin arasına sıkışmış gibi acı çeker. Perikard zarındaki bu ince ayar bile insanı hayretler içinde bırakmaktadır.
Yürek de denilen bu et parçası, kas ve sinir dokularından meydana getirilmiştir. Bu dokular, kalbin her hücresinde iç içedir. Merkezî sinir sistemi ile bağlantısı kesilse bile, kalb kendi sinir sistemleri ile gerekli hareketini temin edebilir. Kalbin tek bir hücre gibi çalışabilen karışık sinir intikallerinin programını içinde barındırması, insan aklına durgunluk veren bir yapıdır.
Kalb kasları çalışırken vücudun her noktasına elektrik sinyalleri gönderir. Onun için, vücudun çeşitli bölgelerinden bir elektrik devresi bağlanarak kalb kaslarının sağlık durumu veya kalb damarlarında bir tıkanıklık olup olmadığı tespit edilebilir. EKG denilen elektrokardiyografi cihazı bize aradığımız sonucu gösterir.
Kalbin içinde sağ ve sol kulakçıklar, sağ ve sol karıncıklar vardır. Dokulardan gelen kirlenmiş kan sağ kulakçığa akar; sonra üçlü bir kapak sistemiyle sağ karıncığa, oradan iki damar çıkışıyla akciğere gelir. Soluduğumuz havadaki oksijenle, vücutta kirlenen kandaki karbon maddesi hava keseciklerinde buluştukları zaman, karbondioksit olarak ağız ve burun yoluyla dışarı atılır. Böylece kan temizlenir. Temizlenmiş olan kan sol kulakçığa gelir; oradan harika bir sistemle sol karıncığa geçer. Oradan da yine özel kapaklarla en büyük ana damar olan aort atar damarından vücudun her tarafına pompalanır. Kalb kapakçıkları temiz kan pompalanırken kapanır, kirli kan kalbe dönerken açılır. İlâhî bir düzen içinde her an gerçekleşen bu muhteşem sistem, aklı bulunan her insanı hayret secdesine kapandırır.
Dışını çevreleyen perikard zarı, sağ ve sol kulakçık ve karıncıklarıyla, mitral kapak, pulmoner kapak ve aort damarı kapaklarıyla, kalbi besleyen koroner damarı ve çok kuvvetli kas sistemleriyle başlı başına bir mucize olan bu sanatı, Yüce Kudretin sahibinden başka şeylere havale etmek, ilim ile, akıl ve mantıkla telif edilemez. Tabiat ve tesadüf gibi şeyler bu hassas nizama ve sanata sahip çıkamaz.
Kalbin bu mûcizevî maddî yapısından başka bir de mânevî kalbimiz vardır. Bediüzzaman Hazretleri buna “Hislerin aynası olan vicdan ile fikirlerin aynası olan dimağdan meydana gelen bir lâtife-i Rabbaniyedir” tarifini yapar. Her ikisinin de kalb olarak tanımlanması, o lâtifenin maddî kalbin bedene yaptığı hizmet gibi bir vazife görmesindendir. Yani, fizikî hayatın vesilesi olan kalb, vücudun her tarafına kan pompalar. Sekteye uğrayıp durduğu zaman o insan ölür. Aynı onun gibi; mânevî kalb de inkârla sekteye uğradığı zaman, o insan tıpkı yürüyen bir ölüden farksız hâle gelir.
İnsan beyninin sol yarım küresi akıl, mantık ve muhakeme gibi hakikatlerin, sağ yarım küre de sevgi, şefkat ve merhamet gibi duyguların merkezidir. Her iki yarım küre birbirini tamamladığı, yani akıl ve kalb ittifak ettikleri zaman, o insan gerçek insan olur. Yani, ilimler, göz ve kulak gibi organlar kâinattan Allah’ı tanıttıran delil ve şahitleri getirdiklerinde, o insanın akıl ve kalbi onları tasdik eder. Kalbde iman ateşi parlamaya başlar. Zâten, insanı insan eden sır imandır. İnkâr, insanı gayet aciz bir hayvan eder.
Kâinatı yaratan Allah (c.c.), kâinat kitabına tercümanlık eden Kur’ân-ı Kerim’i de göndermiştir. Kâinattan bahseden bütün fenler, insanı Allah’a mânen yaklaştıran bir nevî merdivenlerdir. Bu îtibarla, din ile fenler birbiriyle çatışmaz. Aksine birbirini teyit eder. Fen ilimlerine bu açıdan yaklaşılırsa, akıl ve kalb ittihad eder ve onun neticesi de, insanı iman sayesinde gerçek insan eder.
08.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|