Basında yer aldı “seri ihmaller zinciri” diye. Türkiye son günlerde 24 yaşındaki M.K. ve 29 yaşındaki Y.B.’nin işlediği cinayetleri konuştu. Zanlılar, Bursa’dan Mersin’e, Mersin’den Ankara’ya uzanan yolda 3 günde 7 kişi katletti. Cinayetlerin ikinci gününde, güvenlik kamerası görüntülerinden zanlıların kimliği ve kullandıkları aracın plakası tesbit edildi. Suçlular resmen arandıkları sürede 10 ilin sınırından ve 50 kontrol noktasından geçerek 4 kişiyi daha öldürdüler, ama yakalanamadılar. 4 gün sonunda yakalandı fakat 7 kişi öldükten sonra. Teknoloji büyük bir değer, kullanmak başka. Türkiye’de 29 polis okul okulu var. 250 bin civarında polis var. Eğer kalpte yasakçı olmazsa manzara bundan ibaret. AB sürecinde herkesin üstünde durduğu “hoşgörü ve eğitim” yolunda, ABC vitaminin yanında kalplerde gönüllerde ve akıllarda, iman vitamini yani Allah sevgisi ve inancı her kesimde hayata geçmelidir. O vakit bu manzaralar azalır, polise ihtiyaç da kalmaz. Yoksa daha vahim olaylar görülür ve asayiş acze düşer..
26.10.2006 tarihinde basında yer alan Millî Eğitim Bakanlığı kaynaklı belge daha da düşündürücü. MEB bünyesinde son bir yıl içinde ilköğretim ve lise dengi okullarda 2 bin 474 menfî olay olmuş. Olaylara 6 bin 224 kız ve erkek öğrencinin karıştığı tesbit edilmiş. Disipline ve yargıya intikal eden olaylar, istatistiklere göre şöyle:
* Fiziksel (yumruk, tekme, tokat...): 814 olay * Zorbalık, tehdit, sataşma: 491 olay * Okula silâh, delici âlet getirme: 196 olay. * Çalma, gasp: 184 olay. * Alkol, uyuşturucu kullanımı: 84 olay. * Cinsel taciz: 65 olay. * Ateşli silâhla yaralama: 47 olay. * Çete oluşturma, katılma: 27 olay.
Şimdi soruyorum kalpteki yasakçı nerede?
Bundan önceki hükümetlerin Sağlık Bakanlığının yaptığı taramada ise tablo başka bir vehamet. Daha önceki makalelerimde bunları verdim. Türkiye’de 600 bin civarında öğretmen var. Sistem nasıl? Müfredat programı nasıl, tatbikat nasıl? 4207 sayılı yasa nereye kadar tatbik ediliyor? Bu değerleri kim tatbik edecek? TV’ler, radyolar, gazeteler bu hususta neredeler? Acaba TV programları, bahsedilen hoşgörünün ve eğitimin neresindeler? Çünkü elimizdeki tesbitte 2006 itibarıyla ulusal 4 TV’den bir günde 25 müsbet, 4 bin küsur menfî ve tahrip edici belge ve program yapılmaktadır. Başkent üniversitesinin tesbiti bizi teyid etmektedir: “Gençliğin önündeki 46 engelden birincisi eğitim bozukluğu”. Hoşgörü ve eğitim, bazı şart ve yerlerde çaresiz ve pasif. Şehir ve ilçe merkezlerindeki stadyumlardan koro halinde çıkan ve önü alınamayan küfürler çökmüş sistemin bariz belgesidir. Bu stadyumların etrafında on binlerce nüfus vardır, bunların çoğu çocuklar ve evlerinde ikamet eden yaşlı insanlardır. Eğitim öğretim çağındakiler, o statlardan gelen koro halindeki küfürleri ezberliyorlar, hem de zorla. Çünkü sesi kesemezsin. Bunun vebali kime aittir? Hatta Cumhuriyet tarihinde ilk defa bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığı “Top sahalarındaki maçlarda küfür olmasın” diye hutbe okutturdu. Hava meydanlarını şehir dışına taşıyorsunuz da, bu statları niye şehir dışına taşımıyorsunuz? Burada iki sistem tartışılır. Birincisi eğitim, ikincisi hoşgörü...
Türkiye’de 15’i büyük şehir olmak üzere bütün belediyelere, milletvekillerine, muhtarlara, avukatlara ve en mühimi manevî değerler ağırlıklı bazı STK’lara büyük görev düşmektedir. Acaba bunun için bir çalışma yapmışlar mıdır? Bir projeleri var mıdır? Küfürleri milletin dinlemesi mecburi midir? Çünkü başkasını, hem de gayr-ı ahlâkî olarak rahatsız etmek hukuka aykırıdır. Dünyanın medenî ülkelerinde üst katta ağlayan bir çocuk için mahkemelere gidilmiştir. Şimdi biz bunun neresindeyiz? Ayrıca ne verdik de ne alacağız? Hz. Mevlânâ diyor ki: “Görmedim arpa ekenin buğday biçtiğini” Elbette “Ne ekersen onu biçeceksin.” Doğru mu? Peki muhteşem değerlerimizi kim tatbik edecek? Murakabesini kim yapacak? Bu itibarla her vatandaş sorumludur. 73 milyonun her biri bir hissedir.
03.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|