Dinimizin güzel âdetlerinden birisi de, bir yakını vefat eden din kardeşimize taziyede bulunmaktır.
Herhangi bir yakını vefat edene, başta yakın akrabalarımız olmak üzere taziyede bulunmak üzerimize önemli bir vazife olduğu gibi, sevdiğimiz bir dostumuzun veya arkadaşımızın taziyesinde bulunmak da, dinimizin bize yüklediği güzel ve yerinde bir vazife olsa gerek. Hatta hiç tanımadığımız mü’minlerin de taziyesinde bulunup onlara tesellide bulunmak da önemli bir âdettir.
Taziyedeki gaye ve niyet, bir yakınını veya tanıdığını kaybettiği için me’yus olan, elem ve üzüntü içinde bulunan mü’mine tesellî ve duâda bulunarak ona manevî destekte bulunmaktır. Gam ve kedere giriftar olan kalp ve ruhunu ferahlandırmaktır.
Bu meyanda ölümün hakikî mahiyetini, gerçek çehresini bilmenin verdiği avantajla, ahiret yurdunun güzelliklerini derk etmenin verdiği iz’an ve şuurla yakın bir akrabasını kaybeden bir çok mü’min, bu ölüm acısı karşısında hiç metanetini bozmadan, bu acı olayı sabır ve şükürle karşıladığı gibi; ölümün gerçek mahiyetini derk etmeyen, ahiret yurdunun huzur ve saadetinden bîhaber olan bir çok ehl-i dinin de, böylesi anî ölümler karşısında metanetlerini muhafaza edemeyip, aşırı gam ve kederlere dûçar oldukları da diğer bir gerçektir.
Vefatlardan kaynaklanan gam ve kederlerin, üzüntü ve elemlerin şekli ve boyutu, kişiden kişiye farklı olsa da, ölüm ânında veya ölüm sonrası insanoğlu manevî bir desteğe, teskin edici bir tesellîye mutlaka muhtaçtır. Bir yakın sevdiğini kaybeden her insanın giriftar olduğu üzüntü ve hüzünler, kalp ve ruhunu yaralar ve hâlet-i ruhiyesinin dengesini sarsar. İşte hâlet-i ruhiyeyi bozan, ölüm ayrılığının sebep olduğu acı ve ıztırapları dindirmenin en tesirli yolu, en şifalı çaresi dost ve akrabaların verdikleri tesellî ve manevî desteklerdir.
Taziye sahibine manevî tesellî ve destekte bulunan kişiler, bu vesileyle büyük bir sevabı da kazanmış olurlar. Konu ile alâkalı bir hadiste şöyle buyurulur: “Başına musibet gelen kimseye taziyede bulunan kişiye, (sabreden) musibet sahibine verilen sevabın bin misli verilir.”
Bütün dinî âdetlerde olduğu gibi, taziyede de göz önünde bulundurulması gereken bazı kâideler ve kurallar vardır ki, bu kâide ve kuralların şeklini ve sınırını da Kur’ân ve sünnet belirlemiştir. Mü’min, şekli ve niteliği belirlenmiş bu kaideler çerçevesinde hareket ettikçe, doğru olanı yapmış olur ve bunun sonucunda da matlup olan sevabı kazanmış olur. Bunun tersi olan bir durumda, yani dinî emir ve tavsiyelerin dışındaki örf ve âdetler veya başka niyet ve gayelerle, uygun olmayan bir biçimde icrâ edilen âdetlerin bize bir faydası olmadığı gibi, karşı tarafta da istenmeyen bazı nâhoş durumlara sebep olabilir.
Genel mânâda yakın çevreler için taziye müddeti üç gündür. Bu süre içerisinde bizzat ölü evine gelerek taziyede, tesellîde bulunulur, ehl-i din için ölümün gerçek mahiyetini ve güzelliklerini konu alan ders ve sohbetlerde bulunulur. Hatta ölünün yakınlarına ve orada bulunan diğer misafirlere yemek yedirilir. Taziyeye bizzat gelebilme imkânını bulamayanlar da, ya telefonla veya daha sonraki bir zamanda gelerek taziyede bulunma vazifesini yerine getirmiş olurlar. Sünnet-i Seniyye olan tâziye bu şekilde yapılmalı.
Böyle yapmayıp, günlerce, hatta haftalarca taziye adı altında ölünün yakınlarına ziyaretlerde bulunarak sürekli ölü merkezli sohbetlerde bulunmak veya gam ve keder yüklü konuşmalarla ölü sahiplerinin üzüntülerini arttırıcı sohbetlerde bulunmak, faydadan ziyade zarar getiren hâl ve davranışlar olduğundan bu gibi durumlardan kaçınmak lâzım. Hele bir de bazı yörelerde tamamen sürur ve sevinç günlerimiz olan dinî bayramlarda “ölünün ilk bayramı” adı altında yapılan taziye ziyaretleri oluyor ki, bunun hiçbir mantıklı tarafı olamaz ve dinimizde dinî bayram günlerini matem günlerine, ağlama-sızlama günlerine çevirmenin yeri yoktur.
29.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|