Ramazan’ın son günlerini; Necip Sarıcı, Yılmaz Atadeniz, Agâh Özgüç ağabeyler ve Mine Soley hanımla birlikte Denizli’de geçirdik. Denizli Sanatsevenler Derneği girişimiyle başlayan ama öncelikle Cevval Tufan öğretmenin lokomotifliğinde gerçekleşen faaliyetle, Denizli’de bir “ilk” gerçekleşmiş oldu. TRT’den belgeselci dostlar ve İzmir’den gelen “Su Grubu” ressamlarıyla birlikte, Denizli’de san’at konuşulan, san’at solunan bir haftaya misafirlik ettik. Olan biteni yerinde gördük, gözlemledik. Ve önümüzdeki yılda daha derli toplu bir festival için yapılması gerekenleri tesbit etmiş olduk.
İsmiyle müsemma Cevval Tufan öğretmenin, fakülte arkadaşım olan Yılmaz Sağdıç ile birlikte İstanbul’a gelip katkı istemesiyle bilgi sahibi olduğum festivalin tam adı; “1. Denizli Altın Horoz Sinema, Tiyatro ve Sanat Festivali”ydi… Olayın sinema yönüne katkıda bulunmak üzere sözleşildi. Son derece kısa bir süre içinde de sevgili ağabeylerim Necip Sarıcı, Yılmaz Atadeniz ve Agâh Özgüç’le, sevgili Mine Soley Hanımın da katılımıyla, bir “tertip komitesi” gibi gözlemde bulunulmasına karar verildi.
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki; sosyalleşmenin, ortak kültür paylaşmanın yolu, kültürel faaliyetlerin varlığından ve kalitesinden geçiyor. Bugün çeşitli il ve ilçelerde “kültür” kelimesinin de “san’at” kelimesinin de içinde geçtiği öyle programlar düzenleniyor ve bu olaylara öyle ciddî paralar harcanıyor ki. Aklı şaşıyor insanın! Denizli’de başlayan yolculuk öyle değil. Gerçek bir san’at ve kültür atmosferi oluşturma çabası için başlamış durumda yolculuk…
Haydar Enginsoy başkanlığındaki Denizli Sanatsevenler Derneği tarafından planlanan ve Cevval Tufan öğretmenin omuzlarında, Yılmaz Sağdıç gibi birkaç dostunun omuz vermesiyle gerçekleşen “1. Denizli Altın Horoz Sinema, Tiyatro ve Sanat Festivali”nde; belgesellerin gösterimi, resim sergileri ve 5 adet uzun metrajlı film Denizlili san’atsevenlerle buluştu.
Denizli’de sadece üniversitede 24 bin öğrencinin varlığını göz önüne alınca, bu genç nüfusa şehrin genç ve dinamik nüfusunu da ekleyince, böylesine kapsamlı çalışmaların önemi daha bir net çıkıyor ortaya…
Faaliyet çerçevesinde çevre ilçelerde yaptığımız gezintilerle bizim açımızdan zenginleşen festival süresince ODTÜ’nün ilköğretim okulunda bir söyleşiye katıldık ve o cıvıl cıvıl öğrencilerle sohbet etme imkânı bulduk. Ayrıca bir akşam, kısa adı DRT olan Denizli Radyo Televizyonu’na Yılmaz Atadeniz ağabeyimle Mine Soley Hanım katıldılar ve bu tip festivallerin önemi üzerinde durdular.
Yine DRT kanalı 2 gün sonra da 45 dakikalık bir zaman dilimini canlı yayınla bizlere ayırdı. “Özel Söyleşi” adı altında duyurulan programa da konuşmacı olarak sevgili Necip Sarıcı ve Agâh Özgüç Ağabeylerimle sevgili Mine Soley Hanım ve Ankara televizyonu Belgesel Programlar Müdürlüğü’nden belgesel yönetmeni Tülin Sertöz Hanım konuşmacı olarak katıldılar. Bu özel söyleşiyi yönetmek de bana nasip oldu.
Konuşmacılar; yıllara uzanan tecrübelerinden yola çıkarak, böylesi faaliyetlerin yapıldıkları bölgelere maddî, manevî ve hepsinden önemlisi kültürel ve san’atsal katkıları bulunduğunu vurguladılar. Bundan sonrasına katkıda bulunmak için de söz verdiler. Bu güzelliklerin olabilmesi için gerekli yapılanmalara işaret ettiler ve özetle; “Böylesine önemli bir faaliyet uzun vadeli hazırlıklarla ve sadece bir derneğin sırtına bırakılmadan yapılmalı. Şehrin valisi, belediye başkanı hatta ticaret ve sanayi odaları ile üniversite el ele vermeli ve 2. Altın Horoz; Denizli’ye yakışacak, Denizli’nin adını kültür ve san’atla yan yana olarak ülke sınırları dışına bile taşıyacak çapta düzenlenmelidir” dediler…
DRT ekranlarındaki 45 dakikalık söyleşiyi açarken ve kaparken yaptığım konuşmalarda ben de özetle şunları söyledim: “Ülke ihracatının ciddî bir bölümünü karşılayan, sanayi alanında önde gelen ve 24 bin nüfuslu bir de üniversiteye sahip olan, üstelik M.Ö. 4000 yıllarına uzanan tarihî bir zenginlikle iç içe yaşayan Denizli gibi modern ve gelişmiş bir şehrimizin, ilk defa böylesine kapsamlı bir festival düzenlemesine yine de sevinmek lâzım. ‘Zararın neresinden dönülürse kârdır,’ denilir ya, tam da öyle işte… Denizli de bugüne kadar böyle bir faaliyet yapmama zararından dönmüş bulunuyor. Zararın burasından dönülmek için atılmış bu adıma bütün Denizli ayak uydurmalı. Kültürel ve sanatsal anlamdaki açığın kapatılması yolunda atılan bu temele festivalin ertesi gününden itibaren bütün yetkililer destek vermeli, kolları sıvamalı. Valisiyle, belediye başkanı, üniversite yetkilileri, iş adamlarıyla, halkıyla…”
Evet, san’at ve kültür faaliyetlerinin yayılması ve sıklaşması halinde göreceğiz ki ülke çapında boşu boşuna çok zaman harcamışız. Ama olsun, bir yerlerden başlamak gerek. Denizli de işte bu güzel başlangıcı yapmış oldu “1. Denizli Altın Horoz Sinema, Tiyatro ve Sanat Festivali”yle… Emeği geçen ve katkıda bulunan herkese teşekkürler…
Seneye katkıda bulunacak olanlara da şimdiden teşekkürler!
Cumhuriyet 83 yaşında
Bugün Cumhuriyet’imizin 83. yılını kutluyoruz… Ne yazık ki aradan geçen 83 yıla rağmen hâlâ korkularla, paranoyalarla “cumhur”a olan güvensizlik üzerinden siyaset yapanlar, geçimlerini sağlayanlarla birlikte kutluyoruz bu özel ve güzel, anlamlı günümüzü.
Uzun söze gerek yok. Ne yazık ki yeni bir şeyler söylemeye de… Çünkü maalesef yıllardır aynı üretilmiş korkular etrafında kümelenip, tartışıp duruyoruz…
Bu sütunlarda, 77. kutlama yılında yazdığım yazıda, Sayın Mehmet Barlas’ın o günlerde yazdığı, “21’inci yüzyılı da eskisine benzetmeyelim!“ başlığı altında yazdığı yazıdan şu bölümü paylaşmışım sizlerle: “Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 5 yılı olan 1923–28 döneminde hangi sorunlar gündemin ön-maddeleri ise 2000 yılında da aynı sorunlar yine gündemde...
1- Gelişmemişlik ve kalkınma ihtiyacı. 2- İrtica tehdidi ve şeriat yanlıları ile mücadele. 3- Güneydoğu sorunu ve bölücülükle mücadele.
Meseleyi daha açık koyalım. ‘Takrir-i Sükûn Kanunu’ ile kimlere ve nelere karşı savaş açılmışsa, 2000 yılında da aynı savaş devam ediyor. Ve yine, ulusal ekonomimize ilişkin rakamlar, gelişmiş dünya ülkelerinin rakamlarının çok gerisinde. Özetle, çok büyük bir yanlış yaptığımız ortada. Aradan 77 yıl geçmiş. Hâlâ ‘Güneydoğu sorunu’na çözüm üretememişiz.
Hâlâ ‘laiklik’ olgusunun, ‘halk’ ve ‘devlet’ tarafından farklı algılanmasına, ulaştırıcı bir çözüm bulamamışız. /....../ Sanki ne dünya değişti, ne de Türk toplumsal yapısında temel değişiklikler oldu...
Sanki her şey, donduruldu... Sorunlar da, aynen 1923’ten alınıp, 2000 yılına aktarıldı. Müthiş bir yanlış olduğu kesin... /..../ Hepimiz, bütün kişi ve kurumlar, oturup tartışmalıyız... Nerede yanlış yaptık? /....../
Nerede yanlış yaptığımızı belirleyelim... Önümüzde ‘Kopenhag Kriterleri’ gibi ayıraçlar da var. Önümüzdeki yüzyılı, farklı yaşamaya çalışalım...“
Sadece 6 yıl önce, 2000 yılında yazılmış bu yazıda bugün için “eski” denebilecek bir satır var mı?
Maalesef yok… Bu anlayışla gidersek, Cumhuriyetimizin 100. yılında da aynı konuları konuşuyor olacağız…
Her şeye rağmen; milletime/cumhur’a olan güvenimle ve en kısa zamanda gerçek mânâda demokrasi tâcıyla da süsleneceğine inandığım Cumhuriyet Bayramı’nızı kutluyorum efendim.
29.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|