Her yıl olduğu gibi bu yıl da, cumhuriyetin ilânının yıldönümünde muhtemeldir ki birbirinden ‘ilginç’ konuşmalar yapılacak. “Türkiye’yi idare eden”ler yaptıkları icraatları anlatıp, alkış bekleyecek. Muhtemeldir ki bu ‘alkış’ı da alacaklar.
83 yıl önce, idarî sistem olarak ‘cumhuriyet’i seçen Türkiye’nin; bu sistemi tam anlamıyla tesis edebildiğini söylemek kolay değildir. Geçmiş yıllara nisbeten mesafe alındığı ortada, ancak sıkıntıların sona erdiğini söylemek imkânsız. Geriye dönüp baktığımızda, yıllar önce yapılan bazı tartışmaların; isim ve şekil değiştirmiş olsa bile bu gün de devam ettiğini görüyoruz.
“Cumhur/millet” ile, “Türkiye’yi idare edenler”in bir bakıma ‘kan uyuşmazlığı’ yaşadığı söylenebilir. Her defasında milletin ‘ak’ dediğine, “Türkiye’yi idare edenler”in ‘kara’ dediği görülmüştür. Bugünkü tartışmaların kaynağında da bu yok mudur?
“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ibaresi TBMM’yi süslemiştir, ancak fiilî olarak bunun gerçekleştiği söylenebilir mi? ‘Hâkimiyet’ millette olmuş olsa, ‘tek başına/iş başına’ gelen hükumetlerin eli kolu bağlanır, onlara karşı ‘ihtilâl’ler düzenlenebilir miydi?
Peki, bu ‘hâkimiyet’ kavgasından kim zarar görüyor ve ‘çare’si nedir? Zarar görenlerin başında maalesef ‘millet’ var, ama son kazanacak olanın da ‘millet’ olduğunu görmek lâzım. Bugün itibarıyla ‘ihtilâlciler’in kazandığı şeklindeki görüntüye aldanmamak lâzım. Çünkü onların ‘başarı’sının kalıcı olması mümkün değildir. Er ya da geç, bu yarışı milletin kazanacağında şüphemiz olmamalıdır.
İslâm ülkelerinde (hadi, ‘Halkın ekseriyeti Müslüman olan ülkeler’ diyelim) yöneticiler ile yönetilenler arasında problem yaşandığını ‘uzman’lar da ifade ediyor. Meselâ, Radikal’den (24 Eylül 2001) Neşe Düzel’in sorularını cevaplandıran Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Dr. Çağrı Erhan şöyle demişti: “(...) Şu ince farkı da görmek gerekir. O da, Müslüman ülkelerin çoğunda yönetimle halk aynı çizgide değildir.”
“Aynı çizgi”de olmayan ‘halk’ ile ‘yönetici’lerin bulunduğu ülkelerde ‘huzur ve saadet’ sağlanabilir mi? Türkiye’de yaşanan sıkıntının bir yönü de bu değil midir?
Yönetilen ile yöneten, ‘hak ve adalet’ çizgisinde bir araya gelemedikten sonra yapılan konuşmaların bir faydası olacağı düşünülmesin... Yöneticiler, millet ile ‘aynı çizgi’ye gelirse hem ‘millet’, hem de ‘ülke’ kazanır.
*
Et-bul dünyası
“Yalan haber yayınladıkları için” gazetecileri eleştirenlerin en başında yine “(diğer) gazeteciler” geliyor. Çünkü onlar, ‘medya dışındaki’ insanlara göre, ‘medyanın içindeki iş’lerin nasıl döndüğünün farkındalar...
Bir şekilde ‘tehdit’e maruz kalan ‘ünlü haber sunucu’ Reha Muhtar, bundan dolayı (belki de ‘dün’e kadar ‘arkadaşları’ olan) medya mensuplarını, gazetecileri ağır bir dille suçlamış.
Muhtar yaptığı açıklama ve ‘köşe’sinde şöyle diyor: “Belki de hayatımı sonlandıracak o gence karşı hiçbir tepki duyamıyorum. Onun yerine kendini gazeteci ya da televizyoncu sanan bazı kişilerin birer cani olduğunu düşünüyorum. İnsan kanıyla beslenen birer cani... Ölürsem, onların cenaze görüntülerimi yayınlamalarını istemiyorum. Vasiyetimdir.” (Star ve Vatan gazeteleri, 28 Ekim 2006)
Neredeyse ‘mezarların içinden canlı yayın yapan’ bir ‘haberci’nin bu vasiyeti çok sürpriz değil mi? “Etme-bulma dünyası”nın cilvesi bu olsa gerek.
29.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|