Sık sık eş-dost ortamında, hal-hatır sorma kabilinden “Nasılsınız?” sorusu ile karşılaşırız. Otomatik cevabımız, çocukluktan beri ezberlediğimiz “iyiyim/şükür, ya siz nasılsınız?” ifadeleridir. Cevabımız bu defa aynı misliyle muhatabımızda yankı bulur.
Bu iletişim kalıbı, Müslüman ve mütevekkil bir toplumda, şikâyetçi olmamak ve hayata pozitif bakmak açısından güzel bir üslûp ve niyet bildirisidir.
Ancak, bu ifadeleri besleyecek ve yüz güzelliği ile destekleyecek bir beden dili ve ruh halinin fizyolojik belirtilerini aynı anda göremiyoruz. Bazen zihni meşgul, yüzü soluk veya zoraki bir tebessüm kalıbı içinde tabir yerindeyse “rol kesen” bir davranış sergilenebiliyor.
Peki, “Ne demeliyiz?” sorusu akla geliyor. Elbette olumsuz konuşup, otomatik silâh gibi etrafa yaylım ateşi açacak şekilde tahripkâr konuşmanın da bir anlamı yok. Belki de gerçekten iyiyiz ve pozitifiz. Buna da itirazım yok.
Burada belirtmek istediğim, genel nezaket cümleleri içinde de olsa, usûlen geçiştirici ve içimizi yansıtmayan bir diyalog kurgusu yerine iç telkinlerimize mal olmuş bir hissedişle, o anda bile kendimizi iyileştirici bir atmosferin tercümesi olabiliriz.
İsterseniz, şu anda “Nasılsınız?” sorusuna, gerçek halinizi söyleyerek cevap verin. Mümkünse bunu ayna karşısında söyleyin. Yüz hattınızı gözlemleyin. Aynadan geribildiriminizi alın. Nasıl bir portre çizdiğinizi görün. Hatta, konuşmanızı derinleştirerek nefesinizi duyun ve zihnî kodlarınızın ifade serbestisini geliştirerek kendi aynanızda kendinizi okuyun.
Sonra, aynı soruya pozitif bir cevap vermeye çalışın. Ya bildiğimiz ezber cevap biçiminde, ya da kendinize özgü tabirlerle sonuçlarına razı ve geleceğine mutlu bakan bir söylemle seslendirin. Sonuçta bir satırı geçmeyecek bir cümle kuracaksınız en fazla. Benim dikkat çekmek istediğim, ruh dünyanıza yapacağınız müsbet telkin ve kendini inandırarak bunu etrafınıza yansıtma iradeniz.
Ayna karşısında pozitif provanızın inandırıcılık düzeyini ve tezahür şeklini müşahede edin. Düzeltilmesi ve rötuş yemesi gereken davranışınızı gözden geçirin.
Bir de, iki yansımanın içinizde ve dışınızda size kazandırdığı sonuçları ve imajınızı anlamaya çalışın. Hissediş farkını ve kendini algılatma tarzını görmeye çabalayın.
Bütün bu yaklaşımlar, bizde neyi değiştirecek? Diğer ifadeyle, ne yapmaya çalışıyoruz?
Müsbetleşme yolunda yeni bir adım atmaya mı çalışıyoruz? Ya da bildik tavırların ve klişe sözlerin etkisini alamadığımız muhtevadan mahrum ambalajıyla mı uğraşıyoruz/uğraşmıyoruz?
Sizin için “Nasılsınız?” sorusunun, daha anlamlı ve size mahsus bir cevabı var mı? Bunu ne zamandan beri yapıyorsunuz? Yaptığınızda neyi daha farklı hissediyor ve idrak ediyorsunuz?
Şimdiye kadar böylesi bir “teferruat”la uğraşmadığınızı veya özel bir cümle kalıbınızın olmadığını farz edelim. O zaman bir soru daha:
Bundan sonrası için, sizdeki anlamları teşvik edici ve rahatlatıcı olan pozitif hatırlı kelimelerinizi bulmaya ne dersiniz? Evet, kelime bulmaktan bahsediyorum. Yani bir buluş yapmaktan.
Gerçekten size ruh ve mânâ kazandıracak doğru kelime şifrenizi seçer ve bunu kendinize ait kılıp iç âleminize onaylatırsanız, yeni bir keşfin kapılarından dâvet bekleyecek noktadasınız demektir.
“Kim dâvet edecek?” sorunuzu duyar gibiyim. Merakınızı fazla tahrik etmeden cevabını vereyim: Siz.
“Kimi dâvet edecek?” derseniz, cevap belli: Elbette sizi. Herkes nefsine tatbik edebilmeli. “Biz bize”, ya da “siz size”…
İçimizdeki dâvete icabet etmeye ne dersiniz? İçerdeki ses: “Hoş geldiniz?” dediğinde, nasıl karşılandığınızı düşünmeye değer. Tepkilerine hazır olun. Sabrınıza da mukayyet. İhmalin faturalarını önünüze koyarlarsa şaşmayın. Hafif bir şok geçirmeye ve yüzleşmenin soğuk yüzünü hissetmeye değer.
Sonrasına yeni bir dâvet var. “Kimden” mi? Kopya vermeyeceğim artık. Çünkü sınavdayız ve sınanıyoruz. Bundan sonrası size ait. Yani bize... Hepimize...
29.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|