Vicdanları harekete geçirme zamanı
Eğitim ortamları son zamanlarda ciddî alarm veriyor. Herkes, ortaya çıkan sonuçlardan şikâyetçi. Ama dikkat çekilmeyen şey ise, bu noktaya nasıl gelindiğidir. Bu sonuçlara getiren sebepleri kimse konuşmuyor.
Konu sadece Türkiye gündemini değil, Avrupa ve Amerika gündemini de meşgul etmektedir. Nitekim Amerika’da on beş gün içinde üç eyalette meydana gelen lise katliâmları sonucunda Amerika, okullarda güvenlik tedbirlerini arttırmış, fakat güvenlik tedbirlerinin ve bütün tedbirlere rağmen şiddeti önlemenin bir yolunun bulunmadığı sonucuna varmışlardır.
Amerika’nın bu konuda çaresiz kalışı akla çok da uzak gelmiyor. Buna karşılık Türkiye’deki şiddeti ortadan kaldırmak için sunulan çözüm tekliflerinin, Amerika’dan pek bir farkının olmaması düşündürücüdür.
Her şeye mâneviyattan yoksun, materyalist bir anlayışla çözüm arayan Amerika, bu problemle daha çok boğuşacağa benziyor.
Mânevî bir derinliğe ve zenginliğe sahip olan Türkiye’de, bu Amerikavârî metodu uygulamaya koymak, problemlerin burada da artarak devam edeceğini göstermektedir.
Bu tablo nasıl ortaya çıktı?
Sorunun sebebini bulunca, çözüm bulmak da kolaylaşacaktır. Onun için Türkiye’de okullardaki şiddet olaylarının bu noktaya gelinceye kadarki sürecini gözlemlemek gerekecektir.
Tarih boyunca bu ülkede medeniyet adına bozmaya yönelik pek çok oyunlar oynanmıştır. Bu ifsat oyunlarının en büyük hedeflerinden birisi gençler olmuştur. Gençleri hedef alırken, tabiî ki onun ailesi ve hatta çocukluktan itibaren ifsat etme projelerini gerçekleştirmişlerdir.
Bu ifsat komiteleri, medya ve diğer iletişim organlarıyla önce kadınları yuvalarından çıkarmışlar, eşitlik adına erkeğin evdeki idareci konumunu zedelemişler, sonra bu ortamda doğan çocukları mânevî eğitimden de yoksun bırakarak, bütün zihinleri dünyaya çevirmişlerdir.
Âfâkî olaylarla meşgul edilen anneler babalar, evlerindeki yangından bîhaber olarak, saatlerce TV başına kilitlenmiş, baba, iktisatsızlık ve kanaatsizlik yüzünden maişet derdiyle meşgul edilmiş ve ortaya ilgisiz, şefkatsiz, manevî hatta maddî hayatını bile düşünmekten uzak aile tabloları çıkarılmıştır.
Öyle ki akşama kadar erkek gibi çalışan annenin ve geçim derdiyle sarhoş olmuş babanın eve geldiklerinde artık verecek şefkati, hoşgörüsü, toleransı kalmamış, küçük bedenler şiddete bile maruz bırakılmıştır.
İşte bu ortamın çocukları şiddet gördüğü için şiddete meyilli, şefkatsiz büyüdüğü için merhametsiz, ilgisiz büyüdüğü için ilgi çekmek adına her türlü rezaleti işleyecek kadar gözü dönmüş, maneviyattan yoksun olduğu için, kul olduğunu hatırlamayan ve nefsinin bütün isteklerini mübah gören bir anlayışla topluma karışmışlardır.
Gençlerin en başta gurur saikiyle enelerini kabartmışlar, sonra hırsı aşılamışlar ve sonra da sınır konmamış kuvveleri ifrata çekmişlerdir. Hayatın merkezine ‘ben’i yerleştiren, zevk ve hazları koyan ve sorgulamadan yaşanan bir hayat modeli sunulmuştur. Gençleri ideallerden, ahlâktan, sadelikten, kulluktan uzaklaştırmak için türlü türlü planlar uygulanmıştır. Ve sadece lezzet almaya programlanan gençler, bu heveslerini tatmin için her türlü ahlâkî değerleri feda etmek derecesine getirilmiştir.
Gençlerin kafa yordukları meselelere baktığımızda ürkütücü bir manzara ortaya çıkmaktadır. Çevremizdeki on on beş gence mini bir anket düzenlesek ve sorumuz da, ‘Bir genç olarak ne istiyorsunuz?’ olsa, alacağımız cevaplar, ‘şöhret’, ‘kısa yoldan, çalışmadan zenginlik’, ‘cinsellik ve güzellik’ gibi cevaplar olacaktır.
İşte böyle gençlerin sayısı her geçen gün artmakta, insanlığın başına belâ olmaktadırlar.
Anlaşılamayan bir nokta var ki, bütün bu sonuçları hazırlayanların veya ilgisiz kalanların şikâyete hiç mi haklarının olmadığıdır.
Medya bir taraftan bu sonuçlardan şikâyet ederken, bir taraftan da sefihane oyunlarına hızla devam etmektedir.
İdareciler de bir taraftan bu sonuçlardan şikâyetçi olurken, yarım yamalak çözüm teklifleriyle toplumun gözünü boyamaktadırlar.
Aileler de bu tablodan şikâyet ediyor, ancak derinlemesine çözüm için kimse yeterli çareler aramıyor.
Türkiye, bu problemlerin üstesinden gelebilecek birikime ve tecrübeye sahiptir. Hatta ortaya koyacağı projelerle, Avrupa ve Amerika’daki okul şiddetinin önüne geçebilecek ahlâkî ve dinî altyapıya da sahiptir.
Bu proje, vicdanı harekete geçirme projesidir.
Ne yapmak lâzım?
‘Zararın neresinden dönersek kârdır’ anlayışıyla ilk olarak yapılması gereken, fizikî tedbirlerle beraber, bireydeki vicdanî güçleri harekete geçirecek manevî tedbirlerin de alınmasıdır. Bu da dini, hayatın dışına değil, hayatın tam merkezine oturtmaktan geçecektir.
Çünkü insan yaşadığı hayat boyunca şu üç soruya cevap arar. Bu üç sorunun gerçek ve doğru cevabını ise, ancak din verir. Bunlar; “Nereden geliyorum? Nereye gidiyorum ve niçin geldim?” sorularıdır. İşte her insanın, muhatap olduğu bu üç soruya cevap veremediği takdirde, problemlerin başladığı görülür.
“Nereden geliyorum, nereye gideceğim ve ne için?” soruları, hakiki bir ömrün nasıl yaşanması gerektiğinin sınırlarını ve ip uçlarını bize sunmaktadır.
Nereden geldiğini bulan bir insan, iman edecektir ve vicdanın iki ayağı olan ‘istinad’ ve ‘istimdad’ noktalarını bulmaya başlayacaktır.
“Niçin geldim?” sorusuna cevap bulan bir insan, kulluğun derecelerinde artık yol alacak, haram ve helâle dikkat edecek, sınır konmamış üç kuvvesini, ifrat ve tefritten vasata çekecektir.
Nereye gideceğini bilmek ise, “Niçin geldim?” sorusunun hem çekirdeği, hem neticesi olacaktır.
Bu soruların cevabı esnasında, insan gerçek mânâda insan olmanın cevabını da bulacaktır. Bunun cevabı:
1- İyi akval (Ya hayır söyle, ya sus)
2- İyi ef’âl (Amel-i salih esasları)
3- İyi ahlâk (İmanın somutlaşmış biçimi)
4- Mârifet (Her şeyde Allah’a giden bir yol bulmak)
Ve bu Kur’ânî prensipler insanı gerçek mutluluğa taşıyacaktır. İnsanın olarak bilmemiz gereken önemli bir düstur da, ‘İnsan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için, rahat ve safa ile ömür sürmek için gelmediğidir. Belki azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaretle ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir.’
İşte çocuklarımızı ve gençlerimizi bu soruların cevabını verecek ve bu düsturları hayat prensibi haline getirecek şekilde yetiştirmekle ancak yaşanan problemlerden kurtulur ve şikâyet etmeyiz.
Her gencin başına bir polis dikmek mümkün değildir. O vakit vicdanlarda yasakçı bırakmak en sağlıklısıdır.
Vicdan polisini harekete geçiren şey ise, imandır.
|