İnsanın dünyaya gelişi, hayat yolculuğunun da sembolik sırlarını taşır aynı zamanda.
Tüm yavrular gibi küçücüktür, acizdir, korunmaya, doyurulmaya muhtaçtır. Bununla beraber doğar doğmaz nev’ine mahsus vazifeyi hemen yapmaya yönelen sair canlıların aksine ilimle inkişaf etmeye ihtiyacı vardır insanoğlunun.
Yeni doğan insan yavrusuna yapılan ilk yardım, onu temizleyip hemen sıcacık ve yumuşacık örtülere sarıp sarmalamaktır. Çünkü kalın derisi ya da tüyleri ile doğan diğer canlıların zıttına, giyinmeye de muhtaç yaratılmıştır insan yavrusu. En değerli emaneti olan hayatına zarar verebilecek dış etkenlerden korunmak için muhafazalı giyinmek zorundadır. (Ki örtünmenin en fıtri şekli, tahrif edilmesine rağmen tüm semavî dinlerde vardır.)
İster istemez yaşadığı mekâna, evceğizine kendi kişiliğini, zevklerini, ihtiyaçlarını, inançlarını yansıtan insan, kıyafetine de bunu yansıtır. Bundan daha tabiî ne olabilir ki?
Dört yaşındaki bir çocuk elbise dolabından kendi tercih ettiği kıyafeti giymek için ayak diretir. Gidilen mağazadan kendi istediği kıyafeti aldırmak ister ya da anne babasına siparişte bulunur. Kabul edersiniz ya da etmezsiniz, gerekçelerinizi anlatırsınız, ama neticede tercihe saygı gösterir ya aynısını, ya benzerini alırsınız. Bilirsiniz ki, sizden cevabı istenildiği halde, burnunuzun dikine gidip karşılığını vermediğiniz her talep ilerde bir problemler yumağı halinde çözüm bekler.
Geçtiğimiz bayram küçük hanım sayesinde hep bunları düşündüm. Kendisine sunduğum tüm alternatiflere burun kıvırdığı gibi kimi zaman bana giyim tüyoları ihtiva eden dersler bile verdi! Açık ve net… O çorap, o eteğin altından giyilemezdi, çünkü takım değillerdi! Pembe tokasını değil, turuncu kolyesini takmalıydı, çünkü yakışmazdı! Çantamıza patiklerini değil, boncuklu terliklerini koymalıydık, çünkü bayramda patik giyilmezdi!..
Tercih yapabilme kabiliyeti, Yaratıcı tarafından kâinatta insana tanınmış bir ayrıcalıktır… Bir çocuk bile olsa tercihlerine saygı göstermek (değişmez doğrularınıza ters düşmediği müddetçe) insaniyetin gereği değil midir?
Toplum hayatında giyim kuşama “Zinhar!” deyip, sınırlama getirenlerin ev yaşantıları, kardeşleri, yeğenleri, kuzenleri, çocukları, eşleri ile iletişimleri nasıldır acaba? Halleri gardiyanlara benzer mi ki?..
Not: “İnsanın özgürlüğü kısıtlanmamış olsa, özgür olmak için belli bir kıyafet giymez” diye anlamakta güçlük çektiğim garip mantıklar üretenlerin kulakları çınlasın!
Sosyal Darwinizm ve Nübüvvet yolu
Darwin teorisi sadece fen bilimlerini değil, sosyal bilimleri de etkileyen bir sistem. Ve hepimiz şu ya da bu şekilde o sistemden geçtik…
Daha ilkokula giderken özenle kapladığım, rengârenk resimlerle dolu fen bilgisi kitabımda suda yaşayan tek hücreli canlının, sürüngenden maymuna, maymundan gorile, gorilden insana dönüşümünü gösteren dizi çizgileri korku ve tiksintiyle seyrettiğimi hatırlıyorum. Atalarım bunlar mıydı?
Dehşet ve tiksintiyle sayfalarını tekrardan çevirip seyrettiğim bir dizi çizgi daha vardı. Sevimli bir kedinin şahsında temsil edilen canlıların öyküsüydü bu. Canlılar doğar, büyür, ürer, yaşlanır ve işe yaramaz hale gelir ölürlerdi. Sonra çürür, toprağa karışır, ekosistem içinde bir devr-i daim yaşanırdı. Ben ve sevdiklerim de böyle mi olacaktık? Yaşanan onca şey, neden yok olurdu ki? Hayat bu kadar mı anlamsızdı?..
Topraktan yaratılan ve yasaklı meyveyi yediği için Cennetten kovulan ilk insanlar Hz. Adem (as) ile Havva’nın masal tadındaki hikâyesini dinlemekse pek gizemli ve çekici gelirdi. Sonra onların oğulları Habil ile Kabil’in öyküsü… Şimdi olduğu gibi, çocukken de onları kendime daha yakın, sıcak ve samîmî bulurdum. Mıknatıs gibi cazibeli bir öyküydü onlarınki.
Sonra Hz. Yusuf’un kıssası… Ne sürükleyici, maceralı bir hayat… Rüyaları yorumlama ilmi ve saatçilerin önderiydi güzeller güzeli Yusuf Nebi. Züleyha ile yaşadıkları, yaptığı duâlar ne hikmetliydi. İdris Nebi hulle biçerdi, ilâhide anlatıldığı gibi terzilerin kılavuzuydu… Musa Peygamberin (as) asası, tüm sihirleri yok edip, taşlardan su çıkaran maharetli bir hizmetkârdı… Putperest Romalılardan ve Yahudilerden çok cefalar gören İsa Peygamber (as), mucizeli tedavilerle her hastalığı iyileştiren usta bir doktordu aynı zamanda… Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) ve arkadaşlarının mucizelerle dolu hayat öyküleri ne şirin, ne doyurucu, ne keyifli ve huzurluydu…
Evet, evet onları hayat kılavuzu olarak seçmek, onlar gibi yaşama gayreti içinde olmak en anlamlı olanıydı. O zaman hayat yolculuğu adeta puzzle parçaları gibi birbirini tamamlıyordu. Peygamberlerin olmadığı bir hayatın faturası ise yalnızlık, korku ve dehşet duygularının türlü çeşitleriyle doluydu…
Hayat tercihimi daha küçücük bir çocukken onlardan yana yaptım…
Ashab-ı Kehf’in Kıtmir’i gibi olsa da yolculuğumuz birlikte devam ediyor…
Kor parçası taşıyor musunuz?
Kor, teknolojinin gelişmesi sayesinde dağarcığınızdaki tozlanmış kelimeler arasına girmiş olabilir. Kor ateş parçasıdır. Yanmakta olan odun ya da kömürün en kızgın halidir.
“Avucunda kor taşımak” dilimize girmiş bir deyimdir.
Yıllar öncesinin köy hayatı maceralarından bir sahne…
Ateşe ihtiyacınız varsa, ama taşıyacak maşanız ya da benzeri aletleriniz yoksa, avucunuza bolca kül koyar, üstüne koru yerleştirir, üzerine sönmesin diye dilerseniz yine biraz kül koyarsınız ve ihtiyaç mahalline doğru yola revan olursunuz… Riski göze almanız gerekir. Her an eliniz kavrulabilir. Bu yüzden gözünüzü avuçlarınızdan ayırmamanız ve ayağınızı sağlam yere basmanız gerekir. Ayağınızı yere sağlam basmazsanız, tökezlenir kavrulursunuz. Gözünüzü avuçlarınızdan ayırırsanız yine kavrulabilirsiniz… Azamî dikkat!
Bu deyimi neden mi hatırladım?..
Türkçe ezan ve ibadet, kadın ve erkeklerin bir arada bulunması, kadınlara özel park tahsisi, kadın ve erkeğin tokalaşması, faizli Müslümanlık, başörtüsü yasağı, başörtülülerin tesettür emrine riayet etmemesi, namaz vakitleri, namazın rekâtlarının indirilmesi ve daha nice zamanı geldiğinde gündeme sürülen, ağzı olan herkesin konuştuğu, fıkhî tartışmalara kalkıştığı bulanık konu…
Oysa ki hayat modellerimize kaynak olan delillerimiz o kadar sağlam, kılavuzlarımız o kadar güvenilir ki… Kadın kadındır, erkek de erkek. Dinimizde mezhepler de dahil olmak üzere haram ve helâlin sınırları güneş gibi aşikârdır. Asırlardır tüm Müslümanlar buna göre hayatlarını tanzim etmişlerdir. Bu sınırları eğip bükmenin neye, kime yararı oluyor ki?...
Kafes arkasında gizlenen kadın mı kaldı? Mehmet Akif’in “Kadınlarınızı niye evlerinden çıkarmıyorsunuz?” diye soran bir Batılı hanıma dediği gibi “Evden çıkardık Madam. Şimdi, içeri girmiyorlar…”
Geçen hafta gittiğim bir sergide okuduğum Leonard Cohen’in şu sözleri durumu özetliyor aslında: “Herkes biliyor zarların hileli olduğunu. Herkes biliyor dövüşün danışıklı olduğunu. Hep böyle gider. Herkes biliyor, herkes biliyor…”
Avuçlarınızdaki korun sıcaklığını siz de hissediyor musunuz?
29.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|