Avrupa Birliği 8 Kasım’da Türkiye ilerleme raporunu açıklayacak. Şimdiden satır başlıkları, hatta bazı detaylar basına sızdı/sızdırıldı. Belki de erkenden tedbir almamızı isteyen Avrupa dostları var. Ya da derinliğimizi ve psikolojik eşiğimizin sabır sınırını sınamak isteyen Avrupalı grup işbaşında.
AB yolculuğumuz, katarın yük fazlalığı, yenilenemeyen alt yapı ve trenlerin eskimiş motor sisteminden dolayı ağırlaşsa da, zannedildiği gibi bir tren kazası değil, bir tren molası verebilir. Çünkü her istasyonda alınması ve bırakılması gereken yolcular ve yükler vardır.
Demokrasi dışı yüklerini atan tren, yeni yolcuların daha farklı beklentilerine göre de iç tanzimini yaparak yola devam etmeli. Ağır aksak gideceğiz bu yolda. Artık sadece “Kara tren”ler yok. Mavi, Boğaziçi ve diğerleri de var...
Brüksel hattına tren kaldıracağız. Yeni ufuklara açılırken, medeniyetimizin, folklorumuzun, geleceğimizin vagonlarına yerleştirdiğimiz kendi dokumuzla ve dekorumuzla yol alacağız. Avrupa’nın demiryolu ağları, trenin teknik standart olarak uygunluğuna bakar. İçindeki yolcuya, muhtevaya birinci derecede bakmaz.
Avrupa’nın kılcal damarları olan demiryollarında demokrasi trenimizin hız yapmasına, içinde kendini yaşadığı kompartımanlarında randevularına gitmesine ne mani var? Neden kendimize güvenmiyoruz? Kendine ve düşüncelerine güvenemeyenler, neden millete güvensizlik aşılıyorlar?
Haydarpaşa İstasyonunun 100 yıllık Osmanlı’dan kalan mirası ile Brüksel’e kalkan hattın yanında, Sultan Abdülhamid’in ruhaniyetinden özür dilemek adına Hicaz demiryolunu da açmalıyız. Şu anda Medine’de müzeye çevrilmiş o nurani bağı “faziletten döşenmiş demiryolu” yapmalıyız.
Yılların en homurtulu, gecikmeli, kömürlü ve de eziyetli “Kara Tren”leri ya da hiç de “ekspres” olmayan Kurtalan Ekspresi bir marazla hatırlanıyor. Elbette ki kaza ihtimalimizi arttıran bu trenleri Avrupa yoluna sokmazlar.
Bir de burnumda tüten bir tren yolu daha olmalı. Günlük, saatlik seferler halinde. Şanlıurfa’nın Suriye sınırındaki Suruç ve Akçakale ilçelerinden geçen doğu trenini, daha güneye yeni bir hat döşeyip hemencecik Şam’a “dolmuş tren” uygulaması yapsak ne kadar anlamlı olur.
Harran ovasının dümdüz, bereket fışkıran ve kadim medeniyetimizin tohumlarını yeşerten ufkundan tren yolu ile hayalen Osmanlı ihtişamına taşınmak ve Şam-Bağdat-Tahran hatlarında doğunun, İslâmın ve Asya’nın bütünleşen halklarına ziyaretler yapmak ne muhteşem bir tasavvur!
Tahakkuku yakın olan bu tasavvurların aklî planları ve samimiyet yolları döşendikçe, Avrupa’ya gönderdiğimiz yolcularımız da isterlerse, hava yolu ile bize Ortadoğu kavşağında hızla gelip yetişirler. Öyle ya ne de olsa onlar “bizim Avrupalılarımız.”
Bu arada Karadeniz’den kalkan geminin bizi ulaştırdığı Orta Asya girişinden de trenimizin tarih bilincini ve düşünme vagonlarını, idrakin lokomotifi ile daha ilerilere taşımamıza da bir engel görünmüyor.
Bir haksızlığın iç itirazını aldım şu anda. Evlad-ı Fatihan’a selâm vererek Trakya’dan Balkanlara uzanıp, mazimizin medeniyet çekirdeklerini sulamak ve oraların bostana dönen yeni köprüleri ile bizdeki akrabalarını buluşturmak da ayrı bir sürur kaynağı olacaktır.
Ankara’dan kalkan trenin Haydarpaşa’da yolcularını almış trenlere eşlik etmesi en doğrusu. Bürokrasinin egemen davranışı ile eskiden korkan cari sistemin “istemezük” gürültüsüne kapılmadan, Balkanlardan Avrupa’ya, Karadeniz ve Doğudan Rusya’ya ve Orta Asya’ya, güneydoğudan Orta Doğuya uzanacak açılımların beyin haritalarını ve güzergâhın zeminine vakıf bir yaklaşımla hazırlık yapacak Ankara’ya çok görevler düşüyor.
Bu arada güneyden karşı sahillere ve bizi özleyen eski topraklara bir ekonomik, sosyal, siyasî köprü atmaya ne dersiniz?
Bu yazı, eskiye hasret bir nostalji yazısı değildir! Geleceğe namzet bir vizyonun tarihten aldığı misyonla üstlenmesi gereken Türkiye’nin büyük devlet olma idealidir.
“Kara tren gecikir belki hiç gelmez” nakaratının, artık elektronik randevulaşmanın ve sanayi dilinin hakim olduğu gönümüzde, istediğiniz güzergâh ve zaman dilimini tercih edip o saatte emrinize amade trenle istikbale uçuyorsunuz. Biz treni değil, tren bizi bekleyecek artık.
Güle güle kullanın treni. O sizin geçici eviniz. Dershaneniz. Mektebiniz. Mütalaa yeriniz.
Lütfen şu endişeyi taşımayın, dahası yaşatmak isteyenlere itibar etmeyin:
-Ya bu tren yolundan çıkarsa?
-Çıkmaz efendim. Müsterih olun. Çünkü irademizle güzergah taahhüdü alarak bindik. İster Viyana, ister Mekke-Medine, ister Bakü, fark etmez, hepsi önceden keşfettiğimiz büyük mirasın hatıraları ile bizi karşılayacaklar.
Öncelikle Avrupa’ya gidecek tren, bizi daralmışlığın gümrüğünden kurtaracaktır. Ve arkası gelecektir.
02.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|