Gündemlerin sığlığı altında çare üretemeyen ve analiz yapamayan fabrikasyon düşünceler; aynı numara ayakkabı ve elbise üretip bedenleri üretim standardına uydurma garabetine devam edip dursunlar.
İtham edici, dışlayıcı, fişleyici ve karalayıcı bir ucuz söylemin kolaycılığında, farklı görüşleri ve çözümleri dinleyemez olsunlar. Otoritenin dayatmacı ruhundan beslenen demokrasi dışı hareketlenmelere varsın destek versinler, yanında yer alsınlar.
Artık suyu tersinden akıtmak mümkün olmadığına göre, denizler çaylara akmaz. Yanlışlar doğruları örtemez. Kamuoyu eskisi gibi yanıltılamaz. Toplum, yılların kaybedilmiş hafızası ile yaşayamaz.
Olumsuz canipten bakan ve kamu gücünü elinde tutan cenaha göre; her şey kötüye gitmekte. Birliğimiz tehlikede. Güvenlik kuvvetleri sağlam durmakta. AB bizi bölmekte. Kültürel haklar, demokrasi, özgürlük, hepsi bahane ve millete karşı bir tuzak. Güçlü devlet, güçlü ordu ve buna yaslanmış rejimle ancak yaşayabiliriz.
Diğer görüşe bakalım; toplum bilinçleniyor. Tartışmalar demokratik olgunluğumuzu arttırıyor. Güvenlik kuvvetleri, siyasetin emrinde kalmalı. AB kalkınmamız için zorunlu. Sivilleşme ve birey lehine düzenleme devam etmeli.
Elbette ki, iki tarafın da dayandığı gerekçeler var. İyi niyetli bakışlarını da göz ardı etmiyoruz. Mutlak doğru arayışında da değiliz. Sosyal bilimin ve siyasetin değişkenliğine ve sübjektifliğine de inanırız. Velâkin, buradaki görüşlerin ayrılık noktalarında iki farklı temellendirmenin yattığını belirtmek isteriz.
Birincisi, hazır kaynaklara dayanmış, alışkanlıklarını bozmak istemeyen, ötekini yok sayan ve her gelişmeyi kendisi için tehdit gören bir yaklaşım. Hakim gücünü koruma telâşında olan bir anlayış. Buna göre devlet kutsaldır. Halk her şeyi bilemez. Birileri onlar adına daha iyi düşünür ve onları yönlendirir, yönetir.
Diğer görüş; bireyi merkeze alır. Devlet bir araçtır, aygıttır ve sadece düzenleyicidir. Belirleyici değildir. Toplumun talepleri şartlara göre değişir ve çözümler de ona göre farklılaşır. Sabiteleri değişmez kabul edilen mutlakiyetçi bir çerçeve ile ülke yönetilemez. Katılımcılık esastır.
Görüldüğü gibi, ister adına güneydoğu problemi deyin, ister “Kürt sorunu”, isterse terör deyin. Burada demokratik pencereden birey lehine düşünenlerle, devletin tartışmasız doğrularına dayalı bir antidemokratik yaklaşımı ortaya koyanların örnek vak'aya yansıyan görüşleri var.
Alın Ermeni meselesini. Bunun tarih kayıtlarına bağlı kalarak ve dünün yanlışları üzerinden yeni istismar ve rencide alanları açmadan makulü aramakta mümkün, tersine mukabele-i bilmisil dediğimiz zalim kaide ile kısasa kısas, yanlışa yanlış, tahrike tahrikle cevap vermekte...
Sağduyulu, sakin, köpürmeden, soğukkanlılıkla problemlerin üzerine gidip çare bulmak, yeni yaklaşımlar geliştirmek, kucaklayıcı ve kuşatıcı olmakta bir yoldur. Buna mukabil, anında keskin sirkeye dönen, tez canlı, toplumun hassasiyetlerini galeyana getiren, nefret psikolojisiyle potansiyelini korumaya çalışan çatışmacı ve uzlaşmaz bir kültürü yaygınlaştırmak da bir yoldur. Tek fark; biri daha kalıcı ve uzun sürelidir. Diğeri okşayıcı bir tahrikle geçici ve ömürsüzdür.
Alın bir Orhan Pamuk olayını. “Edebî” kişiliğini edebiyatçılara bırakarak, bir çift söz söylemek gerekirse, Nobel ödülünü kutluyorum. Uluslar arası edebiyatta bir yazarın tanınması, aynı zamanda ülkenin tanınmasıdır. Bir çok dile tercüme edilmiş ve evrensel kabul görmüş bir başarıyı kabul edelim önce. Gün boyu aralıksız çalışma temposunu ve çalışma disiplinini da görmezlikten gelmeyelim.
“Gayr-i edebî” alanda, siyasî görüşlerini ve bazı fikirlerini beğenmeme hakkımızı da belirtelim. Nitekim beğenmediğim görüşleri de var.
Eğer resmî ideolojinin yörüngesinde olsaydı, Nobel ödülü aldığında yine bu kadar tukaka edilir miydi? Onun üzerinden bu halka kim bilir ne mesajlar verdirilir ve ezdirilirdi?
Şerif Mardin, Said Nursî’yi yazdı diye Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından ödüllendirilmekten vazgeçilmedi mi?
Görünen o ki, her olayı negatif görenlerle, pozitif görmeyi başaranların çatışması var; Hakkaniyetin sınırlarını doğru seçip, herkese hakkını vermek isteyenlerle, tamamen benzeşimi arayan ve kendine benzemeyeni affetmeyen bir “militan demokrasi” anlayışı bulunuyor.
Hepimizin tercih hakkı var; Demokrasiden yana olmak, ya da demokrasi dışı yollara tevessül etmek.
Kavganın iki tarafı var; Demokrat olanlar ve olmayanlar. Gerisi bu eksenlere göre yansıyor.
Türkiye’de akılla duygunun kavgası var. Biri düşünmeyi, diğeri hamaseti temsil ediyor.
30.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|