Burhan Altıntop, Anadolu’dan gelmiş ve İstanbul’da bir üniversitede okumaya hak kazanmıştı. Zekiydi, çalışkandı belki, ama taşralıydı. Konuşması, hareketleri, hayata bakışı diğer gençlerden farklıydı. Farklılıklara tahammülü olmayanlar en kolay yola başvurdu: onu dışladı, küçümsedi, onunla alay etti.
Burhan hiçbirine aldırmadan yoluna devam etti. Okulunu bitirdi. Komplekssizdi, ama onu çekemeyenler ona bu sıfatı lâyık görmekten çekinmedi.
Okurken her işini kendi yapmak, hem okuyup hem çalışmak zorunda kaldı. Okulda dersler, işte ağır bir tempo ve evde ev işleri onu bekliyordu. Okumayı seviyordu, ama en huzur bulduğu yer eviydi. Bu yüzden ev işlerinde ustalaşması, iyi bir aşçı olması uzun sürmedi. Oysa mutluluğu evinden başka yerlerde arayanların anlayacağı bir şey değildi bu.
Karşısındakine her zaman saygılıydı, ama bu saygıyı kendini başkalarına beğendirmek olarak yorumladılar. İnsanları olduğu gibi kabul etme alışkanlığını, değişim sandılar.
Oysa o hiç değişmedi. Nereden geldiğini hiç unutmadı. “Ne oldum” olmadı asla. Prestijli bir okulda okurken de böyleydi, prestijli bir işte çalışırken de.
O bıyık altından gülmeler, o hakir görmeler, aşağılamalar iş hayatında da peşini bırakmadı. Onlara göre Burhan, karikatürden fırlamış bir tipti. Kendine olan saygısına “Narsizm” adını taktılar; başkasına olan saygısına ise, özenti.
Belki aslında Burhan Altıntop böyle biriydi, ama onu “Beyaz Türkler” farklı gördükleri için, “Avrupa Yakası”nda gördükleri gibi anlattılar. O kötü, gıcık, sinir bozucu biri olarak girdi hayatımıza.
Hayatını sahte dostluklar, yalancı aşklar ve aşınmış sevgiler üzerine bina edenler ise “iyi insanlar” idi bu hikâyede. Evet “hikâyede”. Zira her türlü eleştiride, ellerinde aynı silâh yok muydu?: “Aman canım bu kadar ciddiye almayın, sadece bir senaryo!”
Aslında bu fark yeni değildi. Ekranda gördüğümüz iyi adamlar ve kadınlarla, bizim hayatımızdaki iyi adamlar ve kadınlar arasında dev bir uçurum yok muydu hep? Oradaki kötü insanlar, bizim dünyamızdaki kötü insanlardan ne kadar da farklıydı…
Bu farklardan doğdu zaten o “kötü imam” tiplemeleri ve gayri meşrû bir hayatı yaşayan “iyi insan” modelleri.
“Aman canım, sadece hikâye” diyenleri referans alarak sormalı: Acaba ekranın hangi tarafı daha sahici? “Sahici” tarafı mı, “hikâye” tarafı mı?
30.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|