Cumhuriyet Bayramı sadece şekilden ibaret törenlerin ortaya konma zamanı oldukça, cumhurun hiçbir şekilde nazara alınmadığı cumhuriyet algıları sürüp gidecektir. Cumhurun sahiplendiği değerlerin hiçbir şekilde idareye yansımadığı ve onlar adına verilen “doğru” kararların uygulanmaya çalışıldığı bir cumhuriyet anlayışının törenlerle bayram şeklinde kutlanması farklı bir garabet olarak önümüze çıkıyor. Bu şekilde olay özünden uzaklaştırılarak bir oyalama taktiği şeklinde takdim ediliyor. Kamusal alanın tarifi gibi yaklaşımlarla problem çözülecekmiş gibi ortaya konuyor. Oysa yaşanan problem çok daha derinlerde, varlık anlayışını ilgilendiren ve insanlıkla ilgili temel kabuller alanında. Özünde bu problem çözülmedikçe, hayat, insan ve varlık ile ilgili temel yaklaşımlar aynı kaldıkça, bin kamusal alan tarifi yapılsa da problemi çözme yolunda en ufak bir adım atılamayacağı, şu ana kadar da atılmadığı açık bir şekilde gözleniyor. Bu oyuna gelmemek için, her şeyin arka planındaki işleyiş gerçeğini bilmek ve hadiselerin o açıdan değerlendirilmesini anlamak durumundayız. Yoksa oluşturulan sunî gündemlere tabi olmak zorunda kalırız.
Ne yazık ki cumhurun önemli bir kısmını teşkil eden başörtülüler Cumhuriyet Bayramında bu vatanın evlâdı olmaları sebebiyle onlara verilmesi gereken değeri hissedememenin burukluğunu yaşıyorlar. Aslında şehitlerimizin kanı ile boyanmış bayrak kavramının içini dolduran mânâ bütünlüğü içinde iffet, namus ve bu uğurda canını dahi feda edebilme kararlılık ve azmi yer alıyor.
Şehitlerimizin uğruna döktüğü kanlar namuslu ve iffetli bir hayat azminin ifadesi olmalıdır. Bu anlamda bayrak şekline dönüşen kumaşlar ile baş örten kumaşlar arasında ciddî bir anlam bütünlüğü, aynı mânâyı ifade eden farklı semboller olma hali olmalıdır. Bu hal başını örtme davranışının gerisindeki iffet ve namusunu muhafaza duâsının özellikle vatanımızda cumhur olmak hakkını her vatandaş kadar, belki daha ön planda vermesi gerektiğini ortaya koymalıdır. Çünkü tesettür, uğrunda kanlar dökülen bir iffet ve namus mücadelesinin sembolik anlamdaki devamıdır. Sütçü İmam, Nene Hatun ruhunu günümüze taşıyan bir duygu bütünlüğünün sosyal yansımasıdır. Bu bayram, herkes ve cumhurun her ferdi kadar, tesettür ile Rabb’inin iffetini muhafaza emrini yerine getirme mücadelesi verenlerin bayramı olmalıdır. Onlar Türklüğün manevî alt yapısını teşkil eden temel değerlerin savunucusu ve vatanın manevî alt yapısını sosyal hayata yansıtan gerçek vatan evlâtlarıdır. Bu gururu yaşamayı fazlasıyla hak etmektedirler. Rab’lerinden mabetlerinin göğsüne namahrem eli değmemesini talep eden ruhun temsilcileridirler.
Başörtüsü, meşrûiyetini ne insan hakları evrensel beyannamesinden, ne Türkiye Cumhuriyeti anayasasından, ne de yönetmeliklerden almaktadır. Onun asıl meşrûiyet kaynağı kâinat anayasası, Zat-ı Ezeli’den bizlere mukaddes bir hitap ve hayatımızı yönlendiren emirler manzumesi olan Kur’ân-ı Azimüşşan’dır. Bu göz ardı edilince, gerek karşısında yer alanlar, gerekse savunanlar tartışmayı dünyevî zeminlerde yürüterek bir çözüm yolu bulma arayışı içinde çırpınmakta, ancak bunu da başaramamaktadırlar. Oysa cumhur anlayışı da, vatan sevgisi de bu zeminde ancak sağlıklı bir şekilde ortaya konabilir.
Kamusal alanın ne demek olduğu, Cumhurbaşkanının hangi resepsiyonda müsaade edip etmediği işin özü açısından hiçbir anlam taşımamaktadır. Konuyu savunanların da, olayı dünyevî bakışlarla aynı zemine taşıması olayın kudsiyetini gölgelemek ve aslî kaynağını göz ardı etmek gibi mahsurlar taşıyor kanaatindeyim.
Başını örtmek ya da örtmemek tercihi ile yüz yüze gelen bir bayanın aklına gelecek ilk soru bulunduğu yerin kamusal alan olup olmadığı, Cumhurbaşkanının buna izin verip vermediği, hatta evrensel tabiî hukuk kuralları dışındaki kurallara uyup uymadığı değil; bunun Allah’ın emri olup olmadığı olacaktır.
Şu anki tartışma zemininde gündeme getirilen konular başörtülünün iç âleminden, psikolojisinden, kaygılarından, beklentilerinden çok uzakta cereyan ediyor diye düşünüyorum. Bütün âlemi sonsuz kudreti ile çekip çeviren Rububiyet-i Mutlaka tarafından gelen bir emir ile, toplum ve devletin baskıları arasında yaşadığı çelişkiler, iç âleminde hissettiği bocalamalar, çaresizlikler, yalnızlıklar, tereddütler yaratılışları zayıf, nazik ve hissî olan hanımların ruh âleminde ciddi yaralar açmaktadır. Ne başını açan, ne de kapatan kendini huzurlu ve refah dolu bir ülkenin mensubu olarak hissedebilmekte, ideal vatandaşlık duygularını yaşamaktadır. Aslında her fert gibi o da insanlığını, medeniliğini, kendine güveni ve bunlarla uyum içerisinde algılamak istediği kulluğunu aramaktadır. İnsanlığın dünyevî bakışla bile ulaşmayı başardığı, bana göre esas itibariyle vahyin kontrolünde şekillenen insanî değerler insan hakları, dünyanın refah ve mutluluğu, tam hürriyet ve evrensel tabiî hukuk uzantısında şekillenmiş hukuk kurallarının üstünlüğü aslında ona bu imkânları sunmaktadır. Ancak asırlardır süren hakkın yerine kuvvetin üstün olduğu benlik etrafında şekillenmiş anlayış bunu engellemektedir.
Başörtüsüne engel olan herkes bilmelidir ki, iliklerine kadar işlemiş zerreleri dahi O’nu zikreden, her nefes alış verişinde yardımına koşan, her dakika kalp atışlarını kontrol eden bir rahmetin, depremlerle, salgın hastalıklarla, savaşlarla ve musibetlerle onları terbiye eden bir celalin karşısında yer almaktadırlar. İnsanlık tarihine bir göz attığımızda bu tavır dehşet verici ve insanı titretecek karşılıklar görmüştür.
Bu konuyu tartışan ve içinde yer alan herkes önce kendi konumunu iyi algılamalı dünyevî konumlarının ötesinde uçsuz bucaksız bir uzay boşluğunda esamesi okunmayan bir gezegende uçaktan bile bakıldığında görülemeyen, sistemin bütününde sinekten daha ehemmiyetsiz varlıklar olduklarını unutmamalıdırlar.
Dünyevî konumlar yalnızca günlük yaşantının darlığında izafî bir anlam ifade etmektedir. O yüzden bir konuda kimin ne düşündüğünden ve söylediğinden çok, varlığın asıl sahibinin ne dediği önemlidir. Sonucu belirleyecek de O’nun hükmüdür. Bu sebeple varlığın geneli karşısında aciz ve zayıf olan ve bu durumlarını hiçbir dünyevî makam değiştirmeyen insanlar birbirine dayanmalı hoşgörü, esneklik ve anlayışla hayatı ve sosyal ortamları kendilerine zehir hükmüne geçirmeden Kadir-i Külli’şey’e dayanmakla yarınlarından emin olmanın tarif edilmez huzurunu bütün insanlık olarak hissetmelidirler.
Bu algı ancak sağlıklı bir cumhur tarifi doğuracak ve ancak bu tarif etrafında şekillenmiş bir cumhur fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir topluluk olacaktır. Bayram bu manevi alt yapı ile bütünleşmedikçe ve bu bütünleşmeyi baltalayıcı girişimler devam ettikçe, bir burukluk hep yaşanacaktır. Türk cumhurunun genlerine yerleşmiş İslâm algısını silmek mümkün değildir. Ruhunun derinliklerinde yer etmiş olan bu güçlü inanç elbette hayatının bütün renklerini ve tarihini, dolayısı ile bayramlarını etkileyecektir. Bu millet azizdir, müslimdir ve mü’mindir ancak bahtsızdır. Bahtını açacak ise Kur’ânın aydınlığı ile nurlanmış cumhuriyet algısı ve bunun idrak edildiği bayramlar olmalıdır.
30.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|