Üstüne kafa yormak, anlamaya çalışmak ya da hiç değilse saygı duymak yerine toptan reddetmeyi seçtiler. Kolay olan buydu çünkü. Artık baş edilemez bir hale gelmişti dinin simgesi. Türkiye’nin değil dünyanın karın ağrısı olmuştu bu hal. Aç insanların, hunharca öldürülen masumların, haksızlıkların görmezden gelinmesine aldırmadan saldırıyorlardı. Almanya’da, Fransa’da ve hatta İngiltere’de gün geçtikçe artan nefret bakışları, başörtüsünü yol ortasında başından çekme cüretine kadar uzandı.
Tahammül sınırları çoktan aşılmıştı. Irmak yatağından taşmış, gürül gürül çağlayanlara karışmıştı. Kalbleri mühürlü, gözleri kara insanların muhatabı olmak ne zordu. Onları muhatab almak ve konuşmaya çalışmak zaten baştan hataydı. Fakat seçme şansı bırakılmamıştı. Sessiz kalmak, çoğu zaman en güzel cevaptı, ta ki kabuk bağlamış yaralar dağlanana kadar.
Gittikçe artan bu nefret, komşuyu komşuya küstürdü. Eşinden utanır hale geldi kocalar. Evlilik öncesi erkekler, “Anne, bana kız bakarken meslek sahibi başı açık biri bak, ama namazında niyazında olsun” demeye başladılar. Sokakta sakince yürümek bile bir mucize oldu. Toplumsal suçlular olarak ilân edilmiş bir kalabalığın içine karışmak, her türlü riski göze almakla eşdeğer sayıldı.
Yapılan bütün haksızlıklara rağmen samimiyetsiz Müslümanlar gündem yapıldı. “Ben hiç olmazsa dürüstüm, kalbim temiz” teraneleri dönmeye başladı ortalıkta. Aynayı tersten tutuyorlardı. Sanki masumdular onlar, din samimiyetsiz Müslümanların eline geçince ne yapsınlardı, tabiî ki düşman olacaklardı. Yoksa hiç öyle davranırlar mıydı? Olacak iş miydi bu? Onlar da Müslümandı. Yazıktı onlara, hadi hep birlikte onlar için üzülelim şimdi. Kötü örnek olduğumuz için kafamızı taşlara vuralım. Eşit saflarda yaratılmadık sanki. Bir grup bir gruba örnek olmak vazifesi üstlendi sanki. Yazık ki model olmayı beceremedik, sonunda olan oldu herkese.
Basit bir bez parçasını neden taktıklarını anlamıyorlar(mış). Basit bir bez parçasının dünya gündemini oyalamasını anlamamak akla daha yakınken. Sürekli yapılan manevralarla aslında neye karşı olduklarını tam olarak bilmeyen insanımıza, kardeşi kardeşe düşman yapan bu anlayışa, adeta akıllara durgunluk veren bir örnek sunacağım.
Bir bayanın başörtüsünü, sadece “kendini daha rahat hissettiği” için taktığına inanabilir misiniz? Dinle hiç alâkası olmadığına göre ve dolayısıyla da siyasetle, bu mümkün müdür sizce?
Etiyopyalı bir Hıristiyan bayan (rahibe değil) için çok sıradan ve de çok rahat birşey başörtüsü. Hergün dışarı çıkarken başını örtüyor. Soğuktan sanmayın sakın, Kaliforniya’yı bilenler her mevsimin bahar gibi geçtiğini bilir. Hastalıktan olduğunu da sanmayın, bir ara örtüsünü düzeltirken saçları olduğunu da gördüm.
Onun Müslüman olduğunu sanmış ve bu konu hakkında konuşmaya başlamıştım ki o, “Ben Hıristiyanım” dedi. “Ama nasıl olur? Aynı Müslümanlar gibi saçının bir tek teli görünmeden başını örtüyor ve ona göre giyiniyorsun” dedim. O da, “Birçok insan kiliseye giderken başını örtüyor, ben de kendimi böyle çok daha rahat hissediyorum ve her zaman örtüyorum. Nedeni sadece bu” diyor.
Çok şaşırıyorum. “Aman Allahım, hiç anlamıyorum, bir kadın kendini nasıl gizlemek ister, onun doğasında sergilemek vardır” diyen gazetecilere duyrulur.
Bu örnekler bir tane ile de sınırlı değil üstelik. Rusya’dan gelmiş bir bayan da orada Hıristiyan bazı başörtülü arkadaşlarının olduğunu söyledi.
Sakın siz bu işe kafa yormayın, bırakın her şey dağınık kalsın. Eminim siz buna da siyasî bir kılıf uydurursunuz. Acaba hangi partiye yakın olmak istiyordur başını bağlayarak? Ya da o Hıristiyan bayanın beynini kim yıkadı da kadınlıktan bu kadar uzaklaştı, değil mi ya?
30.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|