Bazı uzmanlar, "İstanbul için deprem vakti" ifadesini kullandı.
Eh, o zaman biz de söze "İftar topu atılmak üzere" diyerek başlayalım.
* * *
Latife bir yana, mevcut bilgilere ve cihazlara göre, depremin vaktini hiç kimse tayin edemez.
Sadece Türkiye değil, dünyanın gelişmiş hiçbir ülkesi de depremin ne zaman, nerede ve kaç şiddetinde olacağını önceden bilemez.
Bu üç noktada sadece tahmin ve ihtimal hesapları var.
Meselâ şöyle:
* Mutemelen şu, şu bölgelerde.
* Mutemelen şu tarihlerde.
* Muhtemelen şu ölçekte.
* * *
Mükerreren tesbit ve tescil edilmiş olan doğru şudur: Türkiye coğrafyası, doğusundan batısına kadar hayli dinamik görünen bir deprem kuşağı üzerinde bulunuyor. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de yıkıcı büyük depremlerle sarsılabiliriz. Bu noktada Anadolu da, İstanbul da büyük risk altındadır.
Deprem gerçeğini bu şekilde tesbit ettikten sonra, sıra alınacak hayatî kalıcı tedbirlere gelir.
Geçici ve temelsiz tedbirlerin aldanmaktan ve oyalanmaktan başka bir faydası yok.
İşte, büyük Marmara depreminden sonra İstanbul'da parklara, meydanlara bırakılan konteynerlerin hâl–i pürmelâli. Kimi yağma edildi bunların, kimi de konulduğu yerden alınıp götürüldü.
* * *
Her an deprem olacakmış gibi tedbirli olmak, "Acaba ne zaman deprem olacak?" türünden cıvıklaşmış söz ve kehanetlere merak salmaktan elbette ki daha iyidir.
Ayrıca, şunu da bilmek lâzım gelir ki, "beklenen büyük İstanbul depremi" üzerinde yapılan düelloların önemli bir bölümü rent ve sansasyon maksatlıdır. Ortaya ikide bir sansasyonel bilgiler sürülerek, çok yüksek rantlar elde edilmek isteniyor.
Zaman içinde, bir bakıyorsunuz muhtemel depremin krokisi yön, hatta yer değiştirmiş, doğudan batıya, yahut kuzeyden güneye doğru kaydırılmış.
Bütün bunlar gösteriyor ki, ortada henüz sağlıklı bilgiler yok. Meseleye en sağlıklı yaklaşım ise, muhtemel şiddetli depremlere karşı alt ve üst yapı çalışmalarını hızlandırmak, tahkimat çalışmalarına ağırlık vermek ve sarsıntı anında alınması gereken âcil tedbirleri şimdiden hazırlamak yönünde yapılan tembih ve telkinlerdir.
İşte, bu meyanda yapılan ciddî birtakım fiilî çalışmalar varsa, asıl bunu alkışlamalı ve herkesi buna teşvik etmeli. Hâli ve kàli duâları da eksiksiz yerine getirmeli.
Gerisi lâf û güzâftır. Deprem topu patladıktan sonra, bu lâfların hiçbir kıymeti yoktur.
Öğrenciler
"Kız meselesi yüzünden"
Liseli öğrenciler, gün geçmiyor ki "kız meselesi yüzünden" kavga etmesin, yahut birbirini bıçaklamasın.
Başta gelen diğer kavga sebepleri ise şunlar: Gasp, uyuşturucu, çetecilik...
"Yüksek istikbâlin evlâdı"na bakın, siz.
Bunlara bakın da şunu sorun: "Behey evlât! Nasıl oldu da, siz bu derece alçaldınız?"
Aklını büsbütün kaybetmeyenlere ise, şu suâli yöneltelim: "Sevgili öğrenciler. Sizin en önemli "mesele"leriniz bunlar mı? Yahut, sizin asıl derdiniz, temel meseleniz nedir ve neler olmalı?
Doğru cevap verene "öğrenci liyâkat madalyası" verilecek.
Günün Tarihi
2 Kasım 1914: Rusya, Birinci Dünya Harbi çerçevesinde Osmanlı devletine savaş ilân etti.
Uzun zamandır tetikte bekleyen Rusya, nihayet aradığı bahaneyi buldu ve bütün kuvvetiyle Kafkas Cephesine yüklendi.
Ermeni çetecilerin rehberliğinde ilerleyen Rus orduları Doğu Anadolu'nun birkaç vilâyetini çok kanlı bir sûrette istilâ etti.
Nihayet, 1916 yılı başlarında Bitlis'i de işgal ettikten sonra, iç karışıklıklar sebebiyle adım adım geriye doğru çekilmeye başladı.
Ruslarla beraber, Ermeniler de geri çekildi. Mecburiyet altında çekilirken de, yerleşim bölgelerini yakıp yıkmaktan geri durmadılar.
2 Kasım 1920: İstiklâl Harbi çerçevesinde Rusya'nın Türkiye'ye yaptığı savaş yardımının ikinci partisi, toplu halde Trabzon Limanına ulaştı.
Bir süre önce Ankara hükümetinin Rusya ile yaptığı barış ve dostluk antlaşması gereği, Türkiye'ye özellikle İngiltere ve Yunanistan'a karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi için silâh yardımı yapılması kararlaştırılmıştı.
Söz verilen yardımlar, hemen hiç aksatılmadan parti parti Anadolu'ya gönderildi.
Diplomasinin cilveleri
Yukarıda tarihleri verilen ve aralarında tam tamına altı sene fark bulunan iki önemli hadise gösteriyor ki, dış diplomaside birbirinden çok farklı politikalar uygulanabiliyor.
Osmanlı, ilk asırlarda Haçlı ordularına karşı mücadele verirken, nisbeten zayıf durumdaki Rusya, bir ölçüde tarafsızlığını koruyordu.
Osmanlı Devleti zayıflamaya başladığında ise, Rusya en öldürücü darbelerde saldırmaya başladı. 1954'teki Kırım Harbi ile 1877–78'deki "93 Harbi"nde, Osmanlı için tarih boyunca dış ülkeler karşısında uğradığı en büyük zayiat ve tahribat oldu.
Kezâ, 1914–17 yıllarında Rusya ile Kafkas Cephesinde yapılan savaşlar da, Osmanlı'nın belini büken en ağır mağlubiyetlerden biri olarak tarihe geçti.
İşte, bu son muharebeden sonra, Rusya ile Türkiye arasında nisbî bir yakınlaşma hasıl oldu.
Rusya'nın bu dönemdeki endişesi, eski müttefiki olan İngiltere'nin tek başına Anadolu'da hakimiyet kurmaya yönelmesiydi.
İngiltere'nin bu istilâcı politikasını kendi istilâ politikasıyla bağdaştırmayan Bolşevik Rusya, 1920'lerde Türkiye'ye her nevi yardımı yapmaya razı olmuş durumdaydı.
02.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|