Cumhuriyet'in 83. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, bazı medya organlarında birbirinden farklı, hatta birbirinin zıddı olarak sayılabilecek iki Atatürk portresi ön plâna çıktı:
* Biri dindar, muhazakâr, ailesi tesettürlü, kendisi de zaman zaman cübbe–sarık giyinen, camide duâ eden, hatta hutbe okuyan bir M. Kemal.
* Diğeri ise, yüzü Batı'ya dönük, Avrupa'nın fikir hayat tarzını yeğleyen, dindarlık yerine laikliği, muhafazakârlık yerine devrimciliği, örtünme yerine tesettür karşıtlığını, "Arapların dini" olarak tâbir ettiği İslâmiyeti ise "Türk'ün millî heyecanını uyuşturan" bir din şeklinde gören M. Kemal.
Acaba bu iki şıktan hangisi doğru ve hangisi M. Kemal gerçeğini daha inandırıcı olarak yansıtıyor?
* * *
Birinci grubun içinde yer alan kimi dindar çevreler, özellikle M. Kemal'in 1923'e kadar olan hayatından, hal ve hareketinden, söz ve davranışlarından dem vuruyor. O tarihten sonrası için, inandırıcı mahiyette en ufak bir delilleri dahi bulunmuyor. Bunlar, üstelik vahim bir kompleks içinde ve sığınmacı bir edâ ile görüşünü yansıtmaya ve "İşte bakın, hakikî Atatürk budur" demeye getiriyor.
Ancak nafile... Böyle yapmakla hiç, ama hiç inandırıcı olamıyorlar.
Eminiz ki, bu yaptıklarına kendileri dahi inanmıyorlar. Dolayısıyla, bu hususta birçoğu takiyye yapıyordur.
* * *
Diğer gruptakiler ise, onlar da daha ziyade M. Kemal'in 1923'ten sonraki hayatını, fikriyatını ve icraatını nazara veriyor. İşte, buna bir örnek: Dünkü Milliyet'te bu konuyla ilgili yazısı yayınlanan Can Dündar, 1931'de Afet İnan imzasıyla çıkan Medeni Bilgiler kitabında yer alan M. Kemal'in el yazısından şu cümleleri iktibas etmiş: "Türkler, Arapların dinini kabul ettikten sonra, (..) bu din Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanını uyuşturdu. (..) Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin mânasını bilmediği halde Kur'ân'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..) Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular."
Buna benzer ifadeleri, kaynak olarak Doğu Perinçek'in yıllar önce yayınladığı "2000'e doğru" dergisi ile Yeni Asya Yayınları arasında çıkan Yakın Tarih Ansiklopedisinde de bulabilirsiniz.
Bir insanın hakikî hüviyetini, önceki safhalar değil, daha çok son hayat devresi ve bu devre içinde yaptıkları ortaya koyar. Dolayısıyla, ikinci gruptakilerin tezleri, yahut iddiaları daha doğru, daha gerçekçi görünüyor.
Gerçekleri olduğu gibi yansıtmak, insan izzet ve haysiyetine daha çok yakışan bir meziyettir.
Günün Tarihi
Cumhuriyet'in kurucuları,
bir yıl sonra yollarını ayırdı
31Ekim 1924: İstiklâl Harbini kazandıktan sonra Cumhuriyet idaresini de birlikte kuran sivil ve özellikle askerî erkân, çeşitli sebeplerle karşı karşıya geldi. Paşalar için çıkartılan "Ya askerlik, ya da milletvekili" olma şartı, Millî Mücadelenin önemli şahsiyetlerini birbirinden ayırarak, onları farklı tercihlere yöneltti. Bu tarihe kadar, paşaların çoğu hem askeriyede vazifeli, hem de Meclis'te milletvekili durumundaydı.
M. Kemal Reisicumhur, İsmet Paşa da Başbakan olduktan sonra, paşalar arasında bâriz şekilde göze çarpan bir ayrışma hareketi yaşandı. Bunları CHF'ye (CHP) taraf olanlar ile bu partiye muhalif olanlar diye iki ana eksene ayırmak da mümkün.
CHP'nin genel başkanı, aynı zamanda cumhurbaşkanı da olan M. Kemal idi. Başbakan olan İsmet Paşa ise, bu partinin başında vekâleten duruyordu.
"Ya askerlik, ya siyaset" mecburiyetinden sonra, Kàzım Karabekir olmak üzere, Rauf Orbay, Ali Fuat, Cevat (Çobanlı), İzzeddin (Çalışlar), Fahreddin (Altay) ve Cafer Tayyar gibi paşaların çoğu askeriyeden ayrılarak milletvekili olarak kalmayı tercih etti.
İki hafta kadar sonra (17 Kasım), Dr. Adnan Adıvar gibi bazı sivillerin de iştirak ettiği bu liberal meyilli grup tarafından yeni bir siyasî parti kuruldu. Adına Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) denilen bu partinin genel başkanlığına ise, Şark Cephesinin kahraman kumandanı Kàzım Karabekir getirildi.
Bu tarihten kısa bir süre sonra yaşanan Şeyh Said hadisesinin hemen bütün günahı TCF'ye kesildi.
Bununla da yetinilmeyerek, parti 5 Haziran 1925'te kapatıldı. (TCF'nin kapatılmasındaki en önemli gerekçe, parti programının 6. maddesinde yer alan şu ifade olsa gerektir: "Fırka, efkâr ve itikadât–ı diniyyeye hürmetkârdır.")
Ne var ki, yine de bu partiye fatura kesmenin sonu gelmedi. Haziran 1926'da vuku bulduğu iddia edilen "İzmir Sûikasti" bahanesiyle, TCF'nin hemen bütün yöneticileri İstiklâl Mahkemesinde yargılanarak çeşitli cezalara çarptırıldı. Bazıları idam edildi, bazılarına ise ömür boyu siyaset yasağı getirildi.
Karabekir Paşa bile idam edilmekten zor belâ kurtulabildi. Ayrıca, 1939'a kadar Ankara'dan, dolayısıyla siyasî hayattan uzak durmak mecburiyetinde kaldı.
(Kronolojik bilgiler için bkz: TTK; Tarih Kronolojisi, s. 424–426)
31.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|