Kara Kuvvetleri Komutanının, irticayı tarif babında “devrime karşı hareketin odağı” olarak nitelediği cemaat ve tarikatlara bir salvo da Cumhurbaşkanından geldi.
29 Ekim’de yayınladığı Cumhuriyet Bayramı mesajında cemaat ve tarikat kelimeleri yerine “oluşum” tabirini kullanmayı tercih eden Sezer, “kimi oluşumlar”a cumhuriyetlere barışık olmadıkları ve çağdaş Türkiye görüntüsüyle örtüşmedikleri eleştirisini yönelterek, “Devrim yasalarına göre bunların kapatılması gerekir” hükmünü verdi.
Sezer’in bahsettiği devrim yasaları, vaktiyle tekke ve zaviyeleri kapatmıştı. Bugünün Türkiye’sinde—devletin veya bazı dış güçlerin himayesindekiler hariç!—tekke ve zaviye adı altında faaliyet gösteren hiçbir kuruluş yok.
O zaman Sezer’in, muğlâk ve anlaşılmaz sözlerle kapatılmalarını istediği “oluşum”lar neler?
Aslında bu soruya cevap arama zahmetine dahi gerek yok; çünkü Sezer’in birçok bakımdan sorunlu hükmünün “uygulanabilirlik” imkânı bulunmuyor.
Herşeyden önce, hukuk literatüründe “açma” veya “kapatma” muamelesine muhatap olacak “oluşum” diye bir kavram yok.
Bu tür muameleler için, açılması ve faaliyetleri kanunla tanzim edilip kurallara bağlanmış bir tüzel kişilik olmalı ki, Sezer’in sözünü ettiği müeyyide devletçe işletilebilsin.
Kapatma veya el koyma müeyyidesi, ancak vakıf, dernek, şirket gibi, ilgili mevzuat hükümlerine göre kurulmak ve çalışmak durumunda olan organizasyonlar için—belli kayıt ve şartlar altında—söz konusu olabilir.
Bu kayıt ve şartlar da, AB sürecinde iyice sınırlanıp daraltılmış vaziyette. Asıl olan, temel hak ve hürriyetler bağlamında örgütlenme ve teşebbüs özgürlüklerinin özüne dokunacak müdahalelerde bulunulamayacağı.
Müeyyide koyabilmek için ise “cumhuriyetle barışık olmama ve çağdaş Türkiye görüntüsüyle örtüşmeme” gibi asılsız, sübjektif ve gayri hukukî kriterlerin dışında, hukuken geçerli ciddî gerekçeler gösterilmesi lâzım.
Böyle bir durumda bile cemaat ve tarikatlara yine dokunulamaz. Zira bunların, pozitif hukuk kurallarıyla tanzim edilen bir tüzel kişilikleri yok. Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendinin İsmail Ağa Camii cemaati için ifade ettiği “Müessesevî bir hüviyetimiz yok” beyanı (Zaman, 27.10.06) bu anlamda bütün cemaat ve tarikatlar için de geçerli.
Çünkü cemaat ve tarikatlar, dünyevî ve maddî kriterlere değil, uhrevî ve manevî ölçülere göre çalışan; insanların inanç ve gönül bağlarıyla bir araya gelerek dayanışma içine girdiği ve güçlerini manevî hizmetler için birleştirdiği manevî “organizasyon”lar.
Bunlar, kendilerine vücut ve ruh veren inanç ve değerlere ihlâs ve sadakatle bağlı kalmaya devam ettikleri sürece, hiçbir haricî ve dünyevî güç tarafından “kapatılamazlar.”
İnanç, gönül, fikir eksenli, şahs-ı manevîye dayalı sosyal hareketlerin mensupları da dayatma ve baskılarla bezdirilip dağıtılamaz.
Uzak ve yakın tarih, hele cumhuriyet tarihi bunun çok sayıda ibretli örneğiyle dolu...
31.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|