MHP bir kez daha gerginliklere sahne olması beklenen bir kurultaya hazırlanıyor. Türkeş’in ölümünün ardından gidilen kongrede sandalyeler havada uçuşmuş, dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkanı Azmi Karamahmutoğlu’nun, “illegalite” ilân etmesi üzerine, kurultay ertelenmek zorunda kalmıştı.
Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş ile Devlet Bahçeli’nin yarıştığı Kurultay’da diğer genel başkan adayı İbrahim Çiftçi idamla yargılandığı Mamak’ta yediği dayaklardan sonra bir de kurultay salonunun kapısında polis tarafından coplanmıştı.
Doğan Öz’ü öldürdüğü iddiasıyla birkaç kez idam sehpasından dönen ülkücü İbrahim Çiftçi, uğruna sehpayı göze aldığı MHP kurultayında dövülmüş, Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş, “hoca”nın yani Devlet Bahçeli’nin karşısında kaybetmişti.
O zaman Bahçeli’nin seçilmesini sağlayan neydi?
11 saat boyunca, kar yağışı ve dondurucu soğuk altında Türkeş’in cenazesinde yürüyen ülkücüler neden onun mirasını değil, ona karşı çıkan Devlet Bahçeli’yi seçmişti?
Milliyetçilik gibi vefanın ve tarihe saygının çağları aştığı bir kültürden, Türkeş’in bir parti lideri olarak değil, günümüz Türk dünyasının “Başbuğ”u olarak görüldüğü bir siyasî hareketten nasıl böyle bir sonuç çıkmıştı?
Bu noktanın analizi çok fazla yapılmadı. MHP’nin iç dinamikleri iyi gözlenmedi, ülkücü gençlerin çek-senet mafyası ile anılmasının, vurdulu-kırdılı parti imajının ülkücü tabanda meydana getirdiği rahatsızlık pek dikkate alınmadı.
Tabiî olayın bir de başka bir yüzü vardı. O da MHP olgusuydu. MHP’yi normal bir parti olarak görmek mümkün değil. NATO’nun komünizmi önleme, derin devletin ise varlığını sağlama almak için silâhlı güç olarak kullandığı bir siyasî yapılanmaydı o zaman MHP...
Türk-İslâm ülküsü için yola çıkan, komünizm düşmanı vatansever Anadolu çocukları olayların içine, silahlı mücadelenin göbeğine, kurşunlara, cezaevlerine, işkencehanelere ve nihayet darağaçlarına sürüldü. MHP delegeleri Alpaslan Türkeş’i Ankara Beştepe’deki mezarına defnederken, aslında acıdan başka bir şey getirmeyen MHP olgusunun üzerine de toprak atıp, bir devri kapatmak mı istiyorlardı, orasını bilmiyorum.
Ama en azından Devlet Bahçeli gibi camiada kirli işlere karışmamış, partinin akademik kolunu örgütleyen ve “hoca” olarak bilinip, saygı gören bir isimle yeni bir açılım yapmayı amaçlamışlardı.
Vurdulu, kırdılı MHP değil, okuyan, yazan, ülke yönetimine talip bir MHP arzulanmıştı. Bu talep ilk seçimde sonuçlarını verdi. Öcalan’ın yakalanması, Erbakan’ın 28 Şubat sürecindeki, silik tavrı ve Bahçeli ile yeni bir heyecan dalgası yakalayan MHP, sandıktan iktidar adayı olarak çıkmıştı.
MHP iktidar oldu, ancak muktedir olamadı. Uçlardan gelen sağ partilerin iktidarda, iddialarının tam tersini yapma sorununu MHP’de yaşadı. Tabandaki MHP’linin, iktidardaki MHP’ye tepkisi o denli büyüktü ki, bugün 4 yılını dolduran 3 Kasım seçimlerinde partiyi barajın altına çekti.
3 Kasım gecesi çıkıp, seçimi kaybeden liderlerin çekilmesi çağrısında bulunan Devlet Bahçeli, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz’ın önce sandıkta, sonra bu çağrı ile tasfiyesini sağladı ancak kendisi partisinin başında kalmayı tercih etti.
MHP lideri 19 Kasım’da yapılacak olan kurultayla yeni bir döneme giriyor. Çünkü bu kurultay, aynı zamanda MHP’yi 4 Kasım 2007 tarihinde yapılacak olan seçimlere hazırlayacak kadroları ortaya çıkaracak. Bahçeli 3 Kasım’da kaybettiğini 4 Kasım’da geri alabilecek mi?
Koalisyon hükümeti döneminde, “devlet adamlığı” ve “uyum” adı altında hakareti dahi sineye çekebilen, Öcalan’ı dahi asmaktan vazgeçebilen bir Bahçeli imajı oluştu. 3 Kasım’daki hezimetin asıl sebebi bu. Muhalefet döneminde ise ülkücüleri sokaktan çeken, ellerinde silâh değil, bilgisayar olmasını savunan bir Bahçeli’ye şahit olduk. Her ne kadar MHP gerçeği ile örtüşmüyorsa da, desteklenmesi, cesaretlendirilmesi gereken bir öneriydi. Ancak MHP lideri bu güzel açılımının aksine siyasetin de biraz da eylem olduğunu, kitleleri harekete geçirip, heyecanları tutuşturmak olduğunu ihmal etti. Söylemi düzgün, eylemi zayıf bir muhalefet lideri oldu.
Milliyetçiliğin yükselen bir dalga olduğu günümüzde ABD karşıtlığı ve vizyon sahibi bir milliyetçiliği kitleleri harekete geçirerek, partisini ilk seçimde güçlü bir şekilde meclise sokmayı başarabilirdi. Şimdi barajın altı mı, üstü mü diye bir tereddüt yaşanmayan konjonktürü iyi kullanamadı.
Bu kurultayın da MHP açısından sancılı geçeceği anlaşılıyor. Babası Muzaffer Özdağ, Alpaslan Türkeş’le birlikte 27 Mayıs ihtilâlini gerçekleştiren kadrolardan olan Prof. Dr. Ümit Özdağ, MHP Genel Başkanlığı için Bahçeli’nin karşısında aday.
Ancak orada bir sorun var. MHP Ankara İl Teşkilâtına üyelik başvurusu kabul edilmeyen Özdağ, Artvin Yusufeli’den partiye üye olmuş. MHP yönetimi ise bu üyeliği resmî olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmediği için Özdağ, Yargıtay’a başvurduğunda, MHP üyesi olmadığı cevabını almış. Danıştay’a başvurup bu hakkı elde edip, Yargıtay’dan MHP üyeliğini tescilletme yoluna gitmiş.
Özdağ’a göre MHP üyeliğinde sorun yok. 4 Kasım’da Bingöl’de adaylığını açıklayacak.
MHP genel merkezine göre ise Ümit Özdağ, bırakın genel başkanlığa aday olmayı partiye üye bile değil. Bu yüzden 19 Kasım Pazar günü kurultay salonuna bile sokulmayabilir.
MHP, şimdi iki hocanın bilek güreşine sahne oluyor.
03.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|