Bir siyaset adamı daha göçtü bu dünyadan. Geride 50 yıllık bir siyasî geçmişini bırakarak... İki gün önce vefat eden Bülent Ecevit’ten bahsediyorum. Ecevit’i yazmak hem çok kolay, hem de çok zor.
Bir tarafta sade, mütevazî ve paraya bulaşmamış bir Ecevit, diğer tarafta ölüm döşeğinde bile koltuğunu bırakmayan, hırslı ve mizaç olarak kimseyle uyuşamayan bir tarzın sahibi Ecevit...
“Halkçı Ecevit”, halk insanı gibi takdim edildi, ancak halkın içinde yetişmiş biri değildi. Akademisyen bir babanın ve ressam bir annenin çocuğu olarak İstanbul’da doğmuştu. Aristokrat bir ailenin çocuğuydu. Hayatında seçkinciydi ve çevresini de bunlardan oluşturuyordu.
Gazeteciydi, duygusaldı, şairdi, aynı zamanda sol entelektüel ve siyasî çevreler içinde hitabeti ve konuşmaları ile tutunurken, İnönü’ye karşı siyasî rekabet içinde örgütçüydü. Duygusal yönü bir ihtirasa dönüşmüştü. Şairliği Rahşan Hanıma atfen değer bulan bir bireysellikte, toplumsal trajedilere çözüm olamıyordu.
CHP’de “Ortanın solu” gündeminden sosyalizme ve sol uçlara açılan fırtınalı 70’li yıllarda Süleyman Genç gibi militan kadrolarla siyaseti gerdirdiği gibi uzlaşmaz bir söylemin ve çatışmanın da sözcüsüydü.
Bu rüzgârı, 1974 yılında MSP ile kurduğu koalisyonun akabinde Kıbrıs çıkartmasıyla “Kıbrıs Fatihi” imajını vermeyi başardı. “Karaoğlan” efsanesi olarak topluma lanse edilen bir ilgi uyandırdı. Bu tırmanışta seçime gidecek şekilde rüzgârı lehine çevirerek koalisyonu bozdu. CHP 1977’de tarihinde ilk defa birinci parti oldu. Ancak tek başına iktidar olamadı.
“Dürüst” kabul edilen Ecevit, siyasî etik açısından bugün de tartışılan meşhur “Güneş Motel operasyonu”nu gerçekleştirdi. AP’den 11 milletvekiline birer bakanlık taahhüt ederek partilerinden ayırdı ve pazarlıklar sonucu 11 bağımsız bakanla hükümet kurdu.
Sonra bu kabinenin iki bakanı Hilmi İşgüzar ve Tuncay Mataracı, yolsuzluktan dolayı Yüce Divanda yargılanıp cezalandırıldılar.
1978’de Yunanistan ile birlikte AB yolculuğumuzu durduran da Ecevit’ti. “Onlar ortak, biz pazar olacağız” deyip ayağımıza kadar gelen AB üyeliğini reddetti. Yirmi yıl sonra aynı noktadan başlamak zorunda kaldı.
Duygusallığı ve “insancıl hali”, Merve Kavakçı milletvekili olup Meclis genel kuruluna girdiğinde, inanılmaz bir hiddet ve tahrike dönüşmüştü. “Bu hanıma haddini bildirin” diyerek Meclis çatısı altında milletin tercihini yok sayan bir eylemi yönetmişti. Mecliste, başörtüsü hazımsızlığını dışa vuran hiddetli, çatık kaşlı bu tepkisi ile sergilediği tablo unutulacak gibi değildi.
12 Mart’ın askerî muhtırasına direnen Ecevit, 28 Şubat sürecinde ise aktördü. Anti demokratik bütün dayatmaların siyasî sorumluluğunda vebal aldı. Binlerce Kur’ân kursu kapatıldı. Sekiz yıllık zorunlu ilk öğretimle birlikte İmam Hatip okullarının orta bölümü kaldırıldığı gibi rağbeti kıracak bütün uygulamalar da, etkili bir şekilde bu dönemde uygulandı.
Demokratik solu temsil ediyordu, ulusalcıydı, millî hassasiyetlerden yana görüntüsü ağır basıyordu, ancak Amerikan kolejinde okumuştu, İngiltere ve Amerika’da bulunmuştu, son ekonomik krizinde Amerika’da Dünya Bankasında çalışan Kemal Derviş’le çözüm aramıştı. Siyaset dışı kabine üyeliği ilk defa bu dönemde yaşandı.
1977 dahil her gelişi ekonomik krizlerin ve iyi yönetilememenin sancılarıyla doluydu. Dört defa iktidar oldu. Birincisi MSP desteğinde, ikincisi azınlık hükümetiydi ve güven oyu alamadı, üçüncüsünü Çiller ve Yılmaz’ın dışarıdan desteği ile kurduğu azınlık hükümetiydi. Son hükümet ise yine MHP ve ANAP desteğinde bir ortaklıktı.
Cârî zihniyet, bir şekilde sol ve Ecevit güvenceli bir iktidarı sağ partilerin desteğinde kurdurmaya muvaffak oldu. Bu da sağın üçte iki potansiyelinin sola ve sisteme yamanmasından başka bir şey değildi. Askerî darbelerin yanında bu da ikinci tuzaktı.
Son yılları, siyasete pompalanan konjonktürlere yaslanmakla geçti. Abdullah Öcalan, Amerika marifetiyle seçim öncesi onun döneminde Türkiye’ye “paket”lendi.
Yönetme erkine ve ufuk açıcı kalkınma senaryolarına asla yakın olamadı. Bulgarların kooperatifçiliğinden ve kendine özgü “Köykent” macerasından başka söylem geliştiremedi. 40 yıllık köykent hayaline son başbakanlığında üç yerde girişimde bulundu ancak şimdi üçünde de yeller esiyor.
Siyasî hayatı ve iktidarı boyunca kadrosu tek kişiydi: Rahşan Hanım. Hüsamettin Özkan bile ikinci kişi olamadı. Tepki dilini iyi kullanan, toplumla bütünleşemeyen kendini çevrelemiş bir siyasetçiydi. Partisinin tabanı yoktu. Taban demokrasisine kapalıydı. 1999 seçimlerinde seçkin ve entelektüel insanları bir defalığına milletvekili yaptı. Teşkilâtları etkili kılmadı. İki kişilik partiydi.
Hassas dönemlerde, yatıştırıcı olmak yerine tepki vermeyi yeğlerdi. Konjonktürü tutardı. Son Danıştay saldırısında vefat eden üyenin cenaze merasimine katılması da bu türdendi. Nitekim bu da katıldığı son organizasyondu.
08.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|