Ankara’dan İstanbul’a giderken güneşli bir gün bizi uğurlamıştı. Dönerken hava soğukluğu eksi 11’i gösteriyordu. İstanbul’un sel sonrası başlayan kış denemeleri ise normal bir seyirdeydi. Pazar günü, 25. Tüyap kitap fuarına katılmak üzere kendimizi hazırlamıştık. Boğaziçi köprüsünün trafiğe kapatılması, azıcık yolumuzu uzatsa da, Fethipaşa korusunda bulunan Dilruba’da ulaşmamıza mani olmadı.
Asya’dan Avrupa’ya Boğaziçi köprüsünden binlerce katılımcı koştu. Avrasya Maratonunun 28.si atletlerin yarışmasına sahne oldu. Dilruba’dan yarışmayı ve boğazın eşsiz manzarasını seyretme şansımız oldu. Maratona katılanlar kışın kendini hissettiren hafifliğinde ve temiz bir havada Avrupa kıt’asına geçtiler. Hayırlısıyla bizim siyasî maratoncularımız da inşallah halkla beraber yürüyüp Avrupa kıt’asına ülkeyi taşırlar.
Biz de günün maratonunda tarih sohbetine, Orta Asya’nın ve 19. yüzyıldan günümüze gelen değişim ve etkilerine dair akademik bir uzmanın sohbeti ile zenginlenen fikri mutfak “ürünleri” ile sohbetteydik.
***
Tüyap ve Türkiye Yayıncılar Birliği ile düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı, bu yıl 25. defa okuyucularla yayınevlerini ve yazarları buluşturdu. İlk defa katıldığım 3. kitap fuarının 1980’in başındaki kapasitesi ile kıyaslandığında, muazzam bir gelişmenin ve değişmenin topluma yansıyan sonuçlarını hemen fark ediyorsunuz.
Cumhuriyet Kitap Kulübünün 1983-1984’te Risâle-i Nur Külliyatı’nı kataloğuna alması, o günlerde en çok konuşulan ve dikkat çeken bir gelişmeydi. Yeni Asya standı önünde uzayan kuyruklar dışarıya kadar taşardı. Taksim’de Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılan ilk Tüyap fuarları, zamanla oraya sığmaz oldu ve Beylikdüzü’ndeki geniş alana taşındı.
Sanayi ürünleri kadar sosyal ürünlerin de, bilhassa fikir sermayesinin her türlü kontrol ve dayatmadan uzak kendini takdim edebildiği böylesi ortamlar, bir ülkenin geleceği ve okuma alışkanlığı ile birlikte, düşünen ve düşündüren insanların sorgulama kültürünü arttıracaktır.
Fuarın son günü olması hasebiyle oldukça kalabalıktı. 500 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katıldığını, geçen yıla nazaran daha fazla firmanın iştirak ettiğini öğrenmemiz sevindiriciydi. Yeni Asya da fuarda yerini almıştı.
Erken ayrılmak zorunda kaldığımız fuarda, sağın ve muhafazakârların da hatırı sayılır düzeyde ağırlıklı olduklarını müşahede ettim. Tez-antitez dengesi içinde araştırmaların artması, doğruların buluşma zeminini kolaylaştıracaktır. Türkiye’nin demokratik çıtasını yükseltecek bu tür kültür faaliyetleri devam etmeli.
***
12 Eylül ihtilâlinin doğurduğu sakat bebeklerden YÖK’ün de 25. yılıydı dün. 6 kasım 1981 yılında 2547 sayılı yasayla kurulan YÖK, şimdiki başkanın da itirafıyla “talihsiz bir ortam”dan çıkmıştı. Maalesef o talihsizlik devam ediyor. Sivil siyasetin çözemediği bir kambur olarak önümüzde duruyor.
YÖK’ün hükümetle işbirliği içinde Yüksek Öğretim Strateji Taslağını siyasî iradeye sunma olgunluğunu göstermesi gerekir. Her yıl öğrencilerin protesto ettiği YÖK’ün kuruluş yıl dönümlerini normalleştirecek düzenlemelerin vakti çoktan geçiyor.
Herkesin şikâyetçi olup değiştirmediği YÖK, AB sürecine uygun kendi sınırlarına çekilmelidir.
Günümüzün taleplerini ve sosyal parametrelerini doğru okuyamayarak ideolojik bağnazlığın içine hapsolmuş bu kurumun zaman kaybetmeden yeniden düzenlenmesi herkesin ortak talebi.
Bunu başarmak için, bilimle siyasetin ortak eksenine inanmış sağduyulu bir yaklaşım gerekir. Bunu hükümetten ve YÖK’ten bekliyoruz.
07.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|