Eski başbakanlardan Bülent Ecevit de her fani gibi bu âlemden göçtü. Ailesinin ve sevenlerinin başı sağ olsun. Ecevit’in, Türkiye siyaset tarihinde elbette önemli bir yeri vardır. Ama bu ‘önem’in neden kaynaklandığı tartışılabilir ve bundan sonra çok daha fazla tartışılacaktır.
Ecevit’in vefatı sonrası ‘canlı yayın’ yapan televizyon kanalları, ekseriyetle ‘iyi’ yönlerini nazara verme yarışına girdiler. Bunu da tabiî karşılamak lâzım. Ancak Ecevit’le ilgili olarak anlatılması gereken sadece onlar mıdır? Elbette tarihçiler ‘Ecevit dönemi’ni değerlendirirken hem ‘iyi’ gördükleri, hem de ‘kötü’ gördükleri noklaları nazara verecek ve gerçek portre o zaman ortaya çıkacaktır. Ama bunca hatıra ve söz arasında, iktidar olduğu dönemlerde şahit olunan “yokluk ve kuyruklar”ın anılmaması bir ‘eksiklik’ olsa gerek.
Daha ilk günlerde bu konuların gündeme gelmesi elbette yakışık olmaz. Ancak o günleri yaşayanların şahit olduğu gerçekleri örtbas etmek de doğru olur mu? Kişileri ve hadiseleri değerlendirirken tek başına ‘siyah ya da beyaz’ olarak tarif etmek yanıltıcı olabilir. Ancak ‘Kel ölür, sırma saçlı olur’ dedirtecek değerlendirmeler de haklı olamaz.
Ecevit için, beyin kanaması geçirerek hastahaneye kaldırıldığı günlerde de çeşitli değerlendirmeler yapılmıştı. Nedense bazıları, ‘millete rağmen’ yaptığı icraatları görmüyordu. Ecevit’in de değişik dönemlerde, milletin hoşuna giden beyanları elbette olmuştur. Meselâ, DSP’nin muhalefet dönemlerinde imam hatip liseleri, din eğitimi ve Osmanlı Devleti/dönemiyle ilgili güzel tesbitlerine bizzat şahit olmuştuk. Ensar Vakfı’nın İstanbul Akgün Otel’de düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşmalar, CHP dönemindeki Ecevit’ten duyulmaya alışık olunmayan beyanlardı. O konuşmasında Ecevit, din eğitiminin gerekli olduğunu ve imam hatip liselerinin önemine vurgu yapmış, üstelik Osmanlı Devletinden de müsbet mânâda söz etmişti. O gün için Ecevit’ten bu sözleri işitmek, dinleyenler açısından ‘sürpriz’di ve Ecevit’in değiştiğine hükmedilmişti. Konuşma sonrası Ecevit’e yöneltilen sorulardan da bunu anlamak mümkündü.
O günkü şartlarda iktidara gelmesine ihtimal verilmeyen DSP’nin, iktidar olunca farklı icraatlar ortaya koyduğu görüldü. Burada ‘çevre’nin de etkisini görmek mümkün. Şöyle düşünelim: Milletin değerleriyle kavgalı olmayan herhangi bir siyasî liderin, CHP’nin başında olmasına; CHP tabanı ya da orada etkili olan çevreler müsaade eder mi? Şahsî kanaatimiz, ‘etmez’ şeklindedir. Çünkü edilirse, o parti CHP’lilikten çıkar başka bir parti olur. Nitekim, bu yönde görüş beyan aden ‘sosyal demokrat siyasetçi’ler uzun dönemde CHP’de kalamıyorlar. Ecevit’in bile CHP’den kopup, kendisine ‘özel’ parti kurmuş olması bunu göstermez mi?
Son dönemdeki Ecevit’i, ‘başörtülü milletvekili’ne hakaret etmesiyle hatırlıyorum. Merve Kavakçı’yı kastederek Meclis’teki milletvekillerine hitaben; “Bu hanıma haddini bildirin!” emrini unutmak, görmezden gelmek mümkün mü?
İlk günkü değerlendirmelerinde bunları dile getirenleri pek duymadık... Ama bundan sonraki değerlendirmelerde duymayı umuyoruz. Tarihçiler elbet bunları da yazacak... Gençlerin, bunları bilmeye de hakkı yok mu?
07.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|