Ülkeler, sahip oldukları ‘değer’leri koruyarak ve dünyaya tanıtarak ‘turizm’ gelirlerinden pay almaya çalışıyor. Son yıllarda Türkiye de, bu yolda epey mesafe aldı. Ancak bu çalışmalar, yatırımlar yapılırken, maddî ya da manevî ‘değer’lerimizin ne kadar korunduğu ayrı bir mesele.
Birkaç gündür gazetelerde ‘yayla’ tartışması yapılıyor. Artvin Valisi’nin, yaylaların turizme açılmaması yönünde görüş beyan ettiği ve turizmcilerin de buna itiraz ettikleri yazılıyor. (Milliyet, 1-2 Kasım 2006)
Artvin Valisi’nin tesbitlerine katılıp katılmamak elbette kişilerin tercihidir. Ancak, bu beyanlardan yola çıkılarak tartışmayı başka maksatlara âlet etmek doğru değildir. Hem ‘Yaylaları turizme açmayalım’ diyen sadece bir kişi değil ki! Çok farklı dünya görüşüne sahip oldukları halde, bu konuda aynı düşünen çok sayıda kişi, uzman ve bürokrat vardır; olması da tabiîdir.
Karadenizli olduğumuz ve iyi kötü ‘yayla’ hayatını bildiğimiz için, bu konuda iki lâf etmeyi kendimizde hak gördük. Turizmin gelişmesi elbette çok önemlidir, ama ‘yayla’ların bozulmadan yarınlara kalabilmesi de aynı derecede önemlidir. Bu konuda sadece ‘maddî gelir’ düşüncesiyle hareket etmek çok yanlış ve yanıltıcıdır.
Nasıl ki şehirlerimiz ‘çarpık yapılaşma’ neticesi yaşanmaz hale geldi, bugünden tedbir alınmazsa yaylalarımız da cazibe merkezi olmaktan çıkabilir. Yayla turizmi maksadıyla Türkiye’ye gelenler, yaylalarımızda “5 yıldızlı otel” konforu aramıyor ki! Aksine, “5 yıldızlı tatil”lerden bıkanlar ‘yayla turizmi’ni tercih ediyor. Turistlerin dikkatini çeken asıl nokta, yaylalardaki bozulmayan tabiî yaşantıdır.
Doğu Karadeniz, bilhassa Rize; yaylalar konusundaki zenginliğiyle bilinir. Son zamanlarda bu yaylalarda da maalesef ‘bozulma’ baş göstermiş durumda. Yaylalar ‘yol’larla birbirine bağlandıkça ulaşım kolaylaşıyor; ama bununla birlikte başka sıkıntılar da boy gösteriyor. Bazı yaylalarda yapılan ‘beton binalar’ ve ‘oteller’ yaylaların tabiî güzelliklerini bozuyor. Yaylaya giden turistler, “Biz zaten şehirlerdeki beton binalardan bıktığımız için buraları tercih ediyoruz. Burada da beton ‘kule’ler gördükten sonra yaylaları niçin tercih edelim?” diyorlar.
Üstelik böyle düşünenler de sadece ‘yabancı turist’ler değil. Büyükşehirlere yerleşen Karadenizliler de büyük ölçüde yaylaların, hatta köylerin bu haliyle korunmasını düşünüyorlar. Meselâ, kalp uzmanı Dr. Mahmut Akyıldız; bölge ile ilgili yayın yapan bir internet sitesine şöyle konuşmuş: “Günümüzde insanoğlu, girdiği yerleri kirletiyor. Duyuyorum, Çataldere’de (Çayeli’nin bir köyü) barajlar yapılıyormuş; çok üzülüyorum. Bizim orası olduğu gibi, doğal haliyle güzel. İnsanlar girdikçe ağaçlar kesiliyor. En büyük üzüntülerimden biri de köyümde beton evlerin iki üç kat yükselmesi. Memleketimizde beton evlerin yapılması beni üzüyor. Orası doğal haliyle güzel, deresi ile güzel, hayvanları, kuşları ile güzel. Ben insanların o bölgeye girmesinden yana değilim. Keşke hiç kimse oralara girmese ve doğal haliyle kalsa köylerimiz. Tabiî ki kış turizmi de yapılsın, turistler gelsin gitsin. Ama doğa bozulmasın, beton evler yapılmasın istiyorum. Her şey olduğu gibi kalsın.” (www.senozderesi.com)
Özetle, “Yaylalarımızı koruyalım” diyen bir kişi değil, milyonlarca kişidir!
04.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|