Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Bir de, gûyâ kendilerine yardımı dokunur diye, Allah'tan başka ilâhlar edindiler.

Yâsin Sûresi: 74

04.11.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Mü'min, kulluk elbisesi günahlarla yıprandığında onu tövbeyle yamayandır. Bahtiyar tövbesi üzere ölendir.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3776

04.11.2006


Öyle bir cemiyetiz ki...

Hem medar-ı hayrettir ki, bu defa da yine bir cemiyet vehmini tekrar ileri sürüyorlar. Halbuki üç mahkeme bu ciheti tetkik edip beraat vermekle beraber, mâbeynimizde böyle medar-ı itham olacak hiçbir cemiyet, hiçbir emâre mahkemeler, zabıtalar, ehl-i vukuflar bulmamışlar. Yalnız bir muallimin talebeleri ve dârülfünun şakirtleri ve Kur’ân dersini veren hâfızın hıfza çalışanları gibi, Risâle-i Nur talebelerinde bir uhrevî kardeşlik var. Bunlara cemiyet namını veren ve onunla itham eden, bütün esnaf ve mekteplilere ve vâizlere siyasî cemiyet nazarıyla bakmak gerektir. Bunun için ben böyle asılsız ve mânâsız ithamlarla buraya hapse gelenleri müdafaa etmeye lüzum görmüyorum.

Yalnız, hem bu memleketi, hem âlem-i İslâmı çok alâkadar eden ve maddî ve mânevî bu vatana ve bu millete pek çok bereket ve menfaati tahakkuk eden Risâle-i Nur’u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi, tekrar aynı hakikatle müdafaamı men edecek hiçbir sebep yok ve hiçbir kanun ve hiçbir siyaset yasak etmez ve edemez.

Evet, biz bir cemiyetiz. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var. Ve hergün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. “İnneme’l-mü’minûne ihvetün” (Müminler ancak kardeştir - Hucurât Sûresi, 49:10.) kudsî programıyla birbirinin yardımına, duâlarıyla ve mânevî kazançlarıyla koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın imanî hakikatlerini tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ithamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme, inceden inceye tetkikten sonra, o cihette bize beraat vermişler.

Şuâlar, s. 331

Lügatçe:

mâbeyn: Ara, arası.

dârülfünun: Üniversite.

efrad: Ferdler.

idam-ı ebedî: Sonsuz yokluk; ahirete inanmayanların ölümü sonsuz bir yokluk olarak görmesi.

berzahî: Kabir hayatıyla ilgili.

haps-i münferit: Tek başına hapis.

Bediüzzaman Said NURSİ

04.11.2006


Dehşet asrının özellikleri ve kurtulma çareleri (1)

Zamanı durduran, kanımızı donduran...

Yuvalar yıkan, gönüller yakan...

Vefadan, saygıdan, sevgiden uzaklaştıran...

İnsanı insanlığından eden bir zaman ve zeminde yaşıyoruz.

Bütün bunların yanında bir pusula, doğru bir rota, şefkatli bir rehber ve önder...

Muhakemeli ve dengeli bir grup veya cemaat...

Ufuk açan, idraki genişleten prensipler manzumesi, düsturlar silsilesi, kanunlar paketi lâzım.

...Ki insanlar kurtuluşa, insanlık feraha, dünya rahata kavuşsun.

Gök kubbede rahmet tecellî etsin. Yer kürede zulüm, baskı, haksızlık ve kan dursun.

Bütün bunlar için, önce, doğru bir teşhis lâzım! Nasıl bir zamanda ve zeminde yaşadığımızı bilmemiz gerekiyor.

Sonra tedavi edecek çok çetin ve metin, isabetli bir reçete lâzım. Tâ ki, insanlık bir nefes alsın, masum ve maznunlar bir “Oh!” desin.

İşte asrın ve asırların tabibinin, asrın hastalığına koyduğu teşhis: “Acayip hastalık, dehşetli maraz!”

Bu asır;

1. Dehşetli ve acayip bir aşılama illetini insanlığın başına sarmış.

2. Hakikî ve mecazî iki nefs-i emmâre ittifak edip insanları günahlara severek girdiriyorlar.

3. Dünya hayatını ve yaşamak şartlarını ağır ve çekilmez etmiş.

4. İsyanı, baş kaldırmayı, inadı, küfrü, bozgunculuğu, zehir tohumları ekmeyi tam yaygınlaştırmış.

5. Bu dünya hayatını, ebedî hayata bilerek tercih ettirir hale getirmiş.

6. Herkese bir gaflet, sıkıntı ve usanç vermiş.

7. Öyle dehşetli, fevkalâde hâkim cereyanlar ve hayat ve cihanı sarsacak hadiseleri beraberinde getirmiş ki, her şeyi kendi hesabına alıp kabullendirmeyi yaygınlaştırmış.

8. Enaniyeti çok ön plâna çıkarmış.

9. İnsaniyetin yaşamak damarı, hayatı muhafaza cihaz ve melekeleri; israf, iktisatsızlık, kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla dejenere olup yoldan çıkmış.

10. Maneviyâttan tamamen yabanîleşmiş, bilhassa nefsanî hisleri genelleştirmiş ve ifsat etmiş.

11. Kalpleri boğmuş.

12. Küçük bir ihtiyaç ve âdî bir dünya zararı yüzünden elmas gibi dinî vazifeleri terk edip unutturmuş.

13. Mimsiz medeniyetin pisliğiyle bütün dünyayı mülevves edip mahv-ı perişan etmiş.

14. Tiryakilikle, görenekle ve itiyatla, zarurî olmayan ihtiyaçları, zarurî hükmüne geçirmiş.

15. Anneler, yavrularına karşı şefkatlerini yanlış kullanarak çocuk eğitiminde ve toplum hayatında büyük bir handikaba sebep olmuşlar.

16. Kanaatsizlik, iktisatsızlık insanları, sefahate, israfa, zulme, harama sevk ederek insanlığın mayesini bozmuş.

17. Benlik ve enaniyet insanları mahkûm ve esir etmiş.

18. Memuriyet hakikatte bir hizmetkârlık olduğu halde, bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrutçulukla nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için, keyfîlik ve baskı ortalığı kaplamış.

19. Hakperest olmayan medya vasıtasıyla türlü ve acayip cinayetler ve yargısız infazlar icra edilmiş.

20. Firavunvârî dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller, resimler ve mumyalarla insanlar sahte idollere, adeta tapar hale getirilmiş ve bu sayede çok büyük bir manevî boşluk meydana gelmiş.

21. Gücü ve sermayeyi kötüye kullanan, sermâye sahipleri, yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde milyarlar kazandığı halde; bir bîçare işçi, sabahtan akşama kadar, en ağır işlerde çalışıp ancak karnını doyuracak kadar bir ücret kazanmasına göz yummuş.

22. İslâmî terbiyenin noksanlığından ve kulluk vazifelerinin tam olarak yapılamadığından benlik, enaniyet kuvvet bulmuştur.

23. Kendini beğenmişlik, hayatını güzelce medeniyetin getirdiği lüksle geçirmek iştahı, tiryakilik gibi tedavisi zor hastalıkları netice vermiştir.

24. Gaflet ve tarafgirlik sahibi olanlar, her şeyi kendi mesleğine âlet ederek, hatta dinini ve uhrevî hareketlerini de o dünyevî mesleğe bir nevî âlet hükmüne getirmiş, tam bir dünyevîlik başlamıştır.

25. Öyle günahlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor, masum hayvanlar bile bundan azap çekiyor.

26. Zaruri olmayan ihtiyaçları, görenekle, tiryakilikle zarurî ihtiyaç derecesine getirmiştir.

27. Gaddar prensiplerinin hükümleriyle, bir adamın hatasıyla bir köyü, şehri hatta bir ülkeyi mahvedebilmektedir.

28. Toplum hayatının en mühim esası olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış.

29. Dünya hayatını ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi haline getirmiş.

30. Gaflet ve maddeleşmeden dolayı insanlar, dindar da olsa, sebeplere fazlasıyla sarılmış, tevekkül ve kaderi adeta unutmuş.

31. İnsanlar, hırs ve tama’ yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satar hale gelmiş.

32. Mimsiz, gaddar medeniyetin zalimâne düsturu olan, “Cemaat için fert feda edilir; milletin selâmeti için küçük hukuklara bakılmaz” diye, orta çağ vahşetlerinde bile görülmeyen dehşetli zulümler meydana çıkmış.

33. İnsanlık âleminde, bu hürriyet ve medeniyet asrında, hemen genellikle geçerli olan, vicdan hürriyetinin prensiplerini kırarak, hafife alarak mağdur ve mazlûmlara en büyük hakaret edilmiştir.

34. İnsan hayatı, özellikle toplum hayatı öyle dehşetli, fakat çekici ve elemli, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın yüksek hislerini ve kalb ve aklını nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürmüştür.

35. Menfî milliyeti çok ileri sürmüş ve öne geçirmiştir.

36. Enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişlerdir.

37. Maddî fikirlerin piyasada galip hale gelmesi ve hükümferma olması için aşırı güç kullanılmıştır.

38. Maddecilik fikri o derece istilâ etmiş ki, maddiyatı her şeye merci haline getirmiş.

39. Geçim derdinin fazlalaşması ve zorlaşmasıyla, o derece o damar yaralanmış ve hayat şartlarını ağırlaştırmasıyla o derece zedelenmiş ve devamlı olarak ehl-i dalâlet dikkatleri o derece kendine çekmiş ki, küçük bir hayatî ihtiyacı büyük bir dinî meseleye tercih ettirir hale getirmiş.

40. İslâmiyet noktasında da bu asır, gayet ehemmiyetli ve dehşetlidir. …vb.

Bunları daha çok sıralayabiliriz.

Risâle-i Nurlarda, bunun gibi sıralanan daha yüzlerce, binlerce teşhis ve tesbite karşı getirilen çözümlere de, yarınki yazımızda göz atmaya çalışalım.

—Devamı yarın—

Nejat EREN

04.11.2006


Münâcâtü'l-Kur’ân

CİN:

1. Ey şânı çok yüce olan, eş ve çocuk edinmeyen! (3)

MÜZEMMİL:

1. Ey Doğunun da, Batının da Rabbi olan, Kendisinden başka ilâh bulunmayan ve Kendisini vekil edinmemizi emreden! (9)

2. Ey katında Cehennem ehli için hazırlanmış boyunduruklar, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azab bulunan! (12-13)

MÜDDESSİR:

1. Ey ayın, dönüp gelmekte olan gecenin, ağarmakta olan sabahın Rabbi! (32-34)

2. Ey azâbından korkulmaya lâyık ve Kendisine bağışlamak yaraşan! (56)

KIYÂMET:

1. Ey kıyâmet gününün ve Kendisini kınayan nefsin Rabbi! (1-2)

2. Ey o gün sevkedilecek yer sadece Kendi huzuru olan! (30)

3. Ey erkek ve dişi olmak üzere iki cins yaratan ve ölüleri tekrar diriltmeye kàdir olan! (39-40)

04.11.2006


Kur’ân-ı Hakîm’in hakikî bir tefsiri

Risâle-i Nur’un emsalsiz müellifi Üstadım Bediüzzaman Said Nursî, müteaddit defalar gizli düşmanları tarafından iftira edilerek mahkemeye verilmiş ve hepsinde de beraat etmiştir. Risâle-i Nur Külliyatı profesör ve İslâm âlimlerinden müteşekkil bir heyet tarafından satırı satırına tetkik edilerek bu eserlerin fevkalâde bir vukufiyetle telif edildiği ve Kur’ân-ı Hakîmin hakikî bir tefsiri olduğunu bildiren raporlar verilmiştir.

04.11.2006


Duâsıyla meshetmesi

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bazı zatların başını ve yüzünü mübarek eliyle meshedip duâ ettikten sonra zâhir olan harikaların çok cüz’iyatından, iştihar bulmuş birkaçını numune olarak beyan ediyoruz.

Birincisi: Ömer ibni Sa’d’ın başına elini sürmüş, duâ etmiş. Seksen yaşında o adam, o duânın bereketiyle, öldüğü vakit başında beyaz yoktu.

İkincisi: Kays ibni Zeyd’in başına elini koyup, meshedip duâ etmiş. O duânın bereketiyle, yüz yaşına girdiği vakit, meshin tesiriyle, bütün başı beyaz, yalnız Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın elini koyduğu yer simsiyah olarak kalmış.

Üçüncüsü: Abdurrahman ibni Zeyd ibni’l-Hattab, hem küçük, hem çirkindi. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm eliyle başını meshedip duâ etmiş. O duânın bereketiyle, kametçe en bâlâ kamet ve sûretçe en güzel bir sûrete girmiş.

Dördüncüsü: Âiz ibni Amr’ın gazve-i Huneyn’de yüzü yaralanmış. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, eliyle yüzündeki kanı silmiş. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın elinin temas ettiği yer, parlak bir nuraniyet vermiş ki, muhaddisler “Kegurreti’l-feres” tâbir etmişler. Yani, “doru atın alnındaki beyaz gibi,” temas yeri öyle parlıyordu.

Mektubat, s. 151

04.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004