Türkiye'nin "devrimci çizgi"de giden karizmatik hüviyete sahip "dört Mustafa"sı vardı.
Bunlar sırasıyla: Mustafa Kemal (10 Kasım 1938'de öldü), Mustafa Fevzi (10 Nisan 1950'de öldü), Mustafa İsmet (25 Aralık 1973'te öldü), Mustafa Bülent (5 Kasım 2006'da öldü.)
"Dördüncü Mustafa" olan M. Bülent Ecevit'in bu dünyadan gitmesiyle birlikte, "karizmatik Kemalist" niteliğine sahip liderlerin de sonu gelmiş oldu.
Zira, Ecevit "devrimci–laik Kemalist çizgi"nin karizmatik son lideriydi.
Onun da gitmesiyle, aslında bir devir kapanmış oldu.
Kaldı ki, Ecevit, siyasî hayatının son demlerinde var olan karizmayı da çizdirmiş ve artık o "kriz–matik" bir lider görüntüsü vermeye başlamıştı.
İcraatları
Birinci Mustafa olan Atatürk, CHP'nin ilk genel başkanıdır. Yapılan devrimlerin öncelikli sahibidir. Devrim kànunlarının ilk 14 yıllık (1924–38) uygulayıcısıdır. Uygulamadaki birincilik ona aittir.
İkinci Mustafa olan İsmet Paşa ise, devrim kànunlarının tam 50 yıllık takipçisi ve uygulayıcısıdır. İcraat müddeti uzun olmakla beraber, nisbeten daha zayıf ve kesintilidir. 1938–1950 döneminin "Tek Şef"idir. Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda (ikinci) CHP'nin genel başkanıdır.
Üçüncü Mustafa olan Fevzi Paşa, ilân edilen devrim kànunlarının tamamı, onun inisiyatifindeki askeriyenin kuvvetiyle tatbik edildi. Zira, tam 22 yıl müddetle (1922–44) genelkurmay başkanlığı yaptı. Kendi inisiyatifini ilk iki Mustafa'nın emir ve iradesine bağladı; dolayısıyla, verilen her emri harfiyyen yerine getirmeye çalıştı. 5 Ağustos 1946'da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, İsmet Paşaya karşı Demokrat Partinin desteğini aldı. Ancak kazanamadı; iki sene sonra ise, Millet Partisinin fahrî başkanı olarak DP'nin oylarını bölme misyonunu üstlendi. 14 Mayıs 1950'deki seçimden bir ay evvel öldü; DP ise, müthiş bir patlama yaparak tek başına iktidara geldi.
Dördüncü Mustafa olan Bülent Ecevit, CHP'nin üçüncü genel başkanıdır. "Atatürk devrimleri"ni yeniden canlandırmak ve hayata geçirmek için vargücüyle çalıştı. Ancak, her hamlesinde ülkeyi bir başka krizin eşiğine getirdi: 1974'te—hâlâ bir neticeye bağlanamayan ve uluslar arası krizin ana maddesi olan—Kıbrıs Harbi, 1978–79'da ülke genelinde yaşanan yokluk ve kuyruklar, 2001'de yaşanan son elli yılın en fecî ekonomik krizi, Ecevit'in en belirgin icraatlarındandır. Mânevî yarası en derin icraatı ise, meşhûr "28 Şubat kararları"nı gaddarca uygulamaya sokmasıdır.
Dördü de küsülü gitti
Birinci Mustafa Kemal Atatürk, İkinci Mustafa İsmet İnönü'ye küs gitti. Ölümünden önce İnönü'yü Başbakanlıktan uzaklaştırdı; yerine Bayar'ı atadı. Söylentilere göre, İsmet Paşanın Bayar'a ilişememesi ve bir daha ülke yönetimine el atamaması için, son günlerde birtakım zecrî tedbirler de başvuruldu. "Vasiyetnâme"nin 5. maddesi, bu hususta önemli bir ipucu teşkil ediyor.
Üçüncü Mustafa Fevzi Çakmak da, İkinci Mustafa İsmet Paşaya küs gitti. Çünkü, genelkurmay başkanı olduğu askeriyeden ayrılmak istemiyordu. Ama, bizzat kendisinin silâh zoruyla cumhurbaşkanı seçtirdiği İsmet Paşa tarafından 1944'te zorla emekliye sevk edildi. Bu yüzden küs, hatta düşmanca ayrıldılar. Fevzi Paşanın 11 Nisan 1950'de yapılan cenaze merasiminde büyük olaylar yaşandı.
İkinci Mustafa İsmet Paşa, halefi olan Mustafa Bülent'e küs gitti. CHP'nin 1972 yılındaki genel kongresinde başkanlık için rakip aday oldular. İsmet Paşa yarışı kaybetti. Çok kahırlandı. Öyle ki, 50 yıllık partisinden ayrılmakla da kalmadı, siyasî hayata vedâ etti; bıraktı, küstü, gitti... Bir yıl sonra da dünyadan gitti.
Dördüncü Mustafa Bülent Ecevit, halefi İsmet Paşanın oğlu Erdal İnönü'ye de, selefi olan Deniz Baykal'a da küs gitti. CHP lideri Baykal, son demde Ecevit'le kucaklaşamadan ayrıldıklarını söylüyor. Son genel seçimde partisinin oyları dibe vuran Ecevit, 172 günlük komanın ardından—10 Kasım'a da 4-5 gün kala—vaktiyle genel başkanı olduğu CHP'nin hemen bütün kurmay kadrosuyla küskün bir şekilde dünyadan göçüp gitti.
Halefi Baykal'ın onun hakkında söyledikleri, bir başka açıdan bizi de aynen teyid ve tasdik ediyor: "Ecevit'in ölümü, tarihî bir dönemin kapanışıdır."
Günün Tarihi
Darbe anayasasının zoraki kabulü
7 Kasım 1982: İhtilâl ürünü anayasa, referandumla halka kabul ettirildi. 12 Eylül darbecilerinin hazırlattıkları anayasa, şiddetli baskı, korku ve tek taraflı yoğun bir propaganda bombardımanı altında halka oylattırıldı. Kabul nisbeti % 90'ın üzerinde görüldü.
12 Eylül fermânı
(Zaman, 13 Eylül 1999)
Evren, şehirden şehire koşuyor, anayasaya evet oyu istiyordu. O günlerde gazeteler sadece Evren’in sözlerini yayımladılar. Çünkü eleştirmek yasaktı. Oylamaya katılmak zorunluydu. Oy pusulasının içine konan zarflar şeffaf hazırlanmıştı. Anayasaya hayır oyu maviydi ve zarfın içinde bile belli oluyordu. Oylamanın yapıldığı sandık başlarındaysa güvenlik güçleri nöbet tutuyordu. Mavi, korku ve çekinme duygusu uyandırıyordu. Sonuçta beklenen oldu. Anayasaya evet demek olan beyaz oylar ezici bir üstünlük sağladı. (...)
Ve, Sami Selçuk’un sorduğu soru: 1982 Anayasası bir “ferman anayasası” mı, değil mi? Türkiye’ye yıllar önce biçilen elbise her taraftan patlamaya başladı mı, başlamadı mı?
07.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|