Tanzimatla birlikte başlayan ve gittikçe hızlanan yaklaşık 200 yılı aşkın bu süreçteki Batılılaşma hareketleri evimizi, ailemizi hangi noktalara getirdi? Değişim çalışmaları başarıya ulaştı mı? Bu sorulara açık cevaplar bulabileceğimiz bir araştırmayı sunalım sizlere.
Araştırma Türk toplumunda muhafazakârlık kavramı üzerine yapılmış.
Araştırmayı yapanlara "Bu araştırmaya başlarken biz muhafazakârlığın köklerinde 'devlet'i bulmak üzere yola çıkmıştık, ama aileyi bulduk" dedirten neticeler şöyle:
Türkiye'de bir muhafazakâr ana akımdan söz edilecekse, bunun merkezinde aile, onun da çekirdeğinde "eşit, hamarat ve namuslu" olması beklenen kadın var.
Ailenin Türk muhafazakârlığındaki merkezî yeri, hem kadının konumu, hem cinsellik, hem de Batının muhtemel kötü etkileri ile ilgili sorulara verilen cevaplarda da ortaya çıkıyor.
Kadının erkekle kamusal alandaki eşitliği büyük onay görürken, ev içerisinde "sadık eş-iyi anne" rolünde olması talep ediliyor.
Rahatsız olunan cinsel yaşantı biçimlerinin başında da, hem aile kurumunu, hem de kadın ve erkeğin aile içerisinde tanımlanan "normal" ve "mazbut" cinsel varoluşlarını tehdit ettiği düşünülen yaşantılar geliyor: Homoseksüellik, evlenmeden bir arada yaşama, bara-diskoteğe gitme, kadınların açık giyinmesi, erkeklerin küpe takması gibi.
Görüşülenlerin yüzde 85'i, başörtülü bir kadının aynı zamanda erkeklerle eşit haklara sahip ve çağdaş bir kadın
olabileceğini belirtiyor.
Görüşülenlerin % 93'ü başını örten bir kadından rahatsızlık duymayacağını ifade ediyor.
BU VERİLER NEYİ ORTAYA KOYMAKTA?
Araştırmacılar çıkan neticeleri şöyle yorumluyorlar:
Öncelikle, toplumun geneli, başörtüsünü modern ve eşit bir kadın olmanın önünde bir engel olarak görmemekte. Yani, başörtüsü, moderniteden geriye dönüşün, kadının ikinci sınıf bir vatandaş sayıldığı toplumsal sistemin bir simgesi olarak algılanmamakta.
"O zaman toplumda başını örtmeyen kadınların Müslümanlığı ve onlara gösterilecek hoşgörü hakkında nasıl bir kanaat hakim?" sorusuna araştırmacılar şu cevabı veriyorlar: Görünen, toplumun çoğunluğunun başörtüsünü Müslümanlığın olmazsa olmaz bir şartı olarak sayma eğiliminde olmadığıdır.
Görüşülenlerin yüzde 70'i arkadaş olacağı kişiyi seçerken; yüzde 85'i ise evleneceği kişiyi seçerken, karşısındakinin dinsel inançlarını dikkate alacağını belirtmiştir. Burada vurgulanması gereken nokta, seçilmesi istenen kişi özel hayata, aileye, ne kadar yaklaşırsa (arkadaş, eş), o kişinin dinsel inançlarının da giderek artan bir ölçüde hesaba katıldığıdır.
***
Evet, araştırma neticelerinden anlaşılıyor ki, insanımız dinî bir hayatı tercih etmese de, çevresinde dindar insanların olmasını istiyor. Tüm çabalara rağmen fıtratı değiştirmek mümkün olmuyor… Toplumumuzun çekirdeği ve temeli yani, kadını ve aileyi muhafaza etme gayreti adeta genlerine işlemiş durumda… İçeriden ve dışarıdan yapılan tüm gayretlere rağmen değerlerimizin hâlâ aşındırılamaması bu gerçeği göstermiyor mu?
Not: Bu ilginç araştırmanın tamamını değerlendirmek isterseniz http://www.bianet.org/2006/09/27/85831.htm adresinden ulaşabilirsiniz...
Evimiz, ailemiz, sığınağımız…
1937'de yayına başlayan Ev-İş dergisi, sunum yazısında milliyetçi, cumhuriyetçi, inkılâpçı, halkçı, devletçi, laik bir rejim meydana getirildiği; bu rejimin temel bir dayanak noktası olması gerektiği ve bu noktanın da ev olduğu belirtilmekteydi. Dergiye göre rejim evden başlatılmamıştı; bu yüzden, eve inmek ve onu zamanın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlemek gerekmekteydi.
1943'de toplanan Maarif Şûrâsındaysa Prof. Sadrettin Celal Antel bu yaklaşımı şöyle özetliyordu: "Aile bir zehirdir. İnkılâba muhalefet ruhu aileden geliyor."
(Kaynak: Bizim Aile dergisi, Ocak 1988.)
Toplum hayatının yapılan yeniliklerle tamamen değiştirilmeye çalışıldığı o yıllarda Bediüzzaman Hazretleri de hanımlar için bir Rehber kaleme alıyor ve kadınlar üzerine bir iki komitenin ifsat çalışmaları yaptığını ifade ediyordu. Ev yaşantısı, çocuk eğitimi, eşler arası iletişimin konuları da dahil olmak üzere kadın ve aileyi ilgilendiren daha bir çok konunun kulluk noktasından değerlendirildiği bu eserde Bediüzzaman Hazretleri, "İnsanın hususan Müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır" diyordu.
05.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|