Son günlerde evvelâ depremlerle sarsıldık. Ardından, havanın bir anda bozmasıyla gelen şiddetli yağışların bazı yerlerde yol açtığı sel felâketinin şokunu yaşamaktayız.
Özellikle Güneydoğu gibi, bu tarz yağışlara hiç alışık olmayan bir bölgede, en az elli yıldır görülmemiş felâket tablolarının ortaya çıkması, hepimizi derin derin düşündürmeli.
Kâinatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığına inanan Bediüzzaman, yer ve hava unsurlarındaki mutad dışı hareketlenmelerin de bize önemli ikaz mesajları veren sırlı hikmet tecellîleri taşıdığına dair izahlarda bulunuyor.
Bu izahlardan birini ihtiva eden bir mektup, Perşembe günü Lâhika sayfasında çıktı.
Havanın ve yerin, zelzele ve fırtına ile gazab-ı İlâhîyi haber verircesine “hiddet” ettiği durumların “umumî bir hata” neticesinde meydana geldiğini belirten Bediüzzaman, bu çeşit felâketler vuku bulduğunda şu suale cevap arıyormuş:
“Acaba yine İslâmiyet ve hakaik-ı imaniye zararına bir hatâ-yı umumî mi meydana geldi?” (Emirdağ Lâhikası, s. 301)
Felâkete dönüşen maddî fırtınaların elbette ki maddî sebepleri de var. Şiddetli depremlerde fay hattı üzerindeki çürük zeminlere dayanıksız binalar inşa etmenin ya da seller karşısında altyapı yetersizliği ve dere yatağına ev yapma gibi vahim hataların kayıpları arttırması, bu sebeplerden belli başlıları.
Ama aynı zaaf ve hatalar yine söz konusu olduğu halde deprem ve sellerin çoğu aynı tahribatı netice vermiyorsa, sadece maddî faktörlerle izahı mümkün olmayan bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz demektir.
17 Ağustos depremi ve Güneydoğu’da en az elli yıldır görülmemiş son sel felâketi, bunun tipik örnekleri. 17 Ağustos’taki sarsıntının şiddetini 7.4 ve süresini 45 saniye olarak; sele dönüşen yağışların miktar, yoğunluk ve şiddetini de bu boyutlarda takdir eden İlâhî İrade, acaba hangi mesajları vermek istiyor?
İşte burada, felâketlerin manevî sebeplerini araştırmamız ve tahlil etmemiz gerekiyor.
Biz Yeni Asya olarak, 17 Ağustos depreminin, 28 Şubat sürecinde yapılan haksızlıkların yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşmiş olmasından hareketle, bu felâketi bir “İlâhî ikaz” olarak yorumladık ve bu sebeple üzerimize gelindi, mâlûm baskılara maruz kaldık.
Şimdilerde de, “Yeni bir 28 Şubat daha mı tezgâhlanıyor?” sualini akla getiren endişe verici işaretlerin belirdiği bir ortamdayız.
Marmara’nın, Ege’nin, Erzincan’ın, Bingöl’ün hafif hafif sarsılmaya başlaması ve aynı günlerde bütün Türkiye görülmemiş fırtınalarla, şiddetli yağışlarla tokatlanırken Güneydoğu’nun ve İstanbul’un bazı yerlerinin sel felâketine maruz kalması, acaba hangi manevî deprem ve fırtınaları haber veriyor?
Bu felâketlerle verilmek istenen mesajı âcilen doğru olarak okuyup, musibetlere karşı önleyici ve koruyucu sadaka hükmündeki manevî hizmetlere can simidi gibi yapışmamız ve adeta bir seferberlik anlayışı içerisinde bu hizmetlerde yoğunlaşmamız gerekiyor.
“Risale-i Nur vesile-i def’-i belâdır. Tatile uğradıkça belâ fırsat bulup gelir.” (a.g.e., s. 150)
05.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|