Sezer, Cumhuriyet Bayramı mesajında, “cumhur”un önemli bir kesimini teşkil eden cemaat ve tarikatların kapatılmasını isterken, bu “oluşum”ların “sivil toplum örgütleri” olarak sunulmasını da “iyiniyetten yoksun girişimler” olarak değerlendirdi.
Belli ki, Sezer, açıkça ifade etmese de, bu “oluşum”ları “yasadışı örgüt” olarak niteleyen görüşten yana. Ki, bu iftira bir Yargıtay Savcısının 17.1.06 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazısında da dile getirilmişti.
Sezer’in bu kadar “rahat” bir şekilde “Kapatılsınlar” demesinin altında yatan asıl sebep de, herhalde bu değerlendirme olmalı.
Ancak cemaatler gibi toplumun derinliklerinde kök salmış sosyal hareketlerin “kapattım” demekle “kapatılamayacağı” ve bitirilemeyeceği, sosyolojik bir gerçek.
Kaldı ki, eleştirip itiraz ettikleri kanunlara dahi, yürürlükte oldukları müddetçe—hukuka olan saygılarının gereği olarak—uymaya veya en azından ters düşmemeye itina gösteren cemaat ve tarikat mensuplarını bunun tam aksi yönde bir suçlamaya muhatap kılmanın ne kadar haksız olduğu da son derece aşikâr.
Gelelim, cemaat ve tarikatların sivil toplum örgütü olup olamayacakları tartışmasına.
Bu “oluşum”lar için yapılan söz konusu niteleme ile kastedilen mânâ, cemaat ve tarikatların, gerek toplumdaki yaygınlıkları, gerekse olumlu ve yapıcı işlevleriyle sivil toplumun önemli bir kesimini teşkil ettikleri.
Cemaat ve tarikat mensupları da herkes gibi bu toplumun insanları, bu devletin vatandaşları. Hem de bütün vatandaşlık görevlerini aksatmadan, titizlikle yerine getirdikleri halde itilip kakılan, horlanan, incitilen, hakları gasp edilen; ama buna rağmen asla devlete küsmeyen ve bu yanlışların bir gün düzeleceği ümidiyle sabreden dürüst, samimî, olgun insanlar. Sık sık sözü edilen “sessiz milyonlar”ın içinde en çok onlar var.
Eğer onların herşeye rağmen kararlılıkla sürdürdükleri manevî hizmetler, sosyal yardım ve dayanışma faaliyetleri olmasaydı, Türkiye çoktan “yaşanmaz bir ülke” olmuştu.
Devletten de, başkalarından da takdir ve teşekkür dahi beklemeden hizmetlerini sadece Allah rızası için yapan bu insanlara reva görülen haksızlıklara artık bir son verilmesi beklenirken devletin tepesinden yeni ithamların yöneltilmesi hüzün verici bir hadise.
Peki, izaha çalıştığımızın ötesinde, cemaat ve tarikatları bildiğimiz anlamda sivil toplum örgütleri olarak nitelemek doğru mu?
Daha önce de zaman zaman yazdığımız gibi, cemaatler esas itibarıyla uhrevî amaçlara yönelen manevî “oluşum”lar. Bu yönüyle “sivil toplum örgütü” tabiri, onların ifade ettiği anlamı tam olarak karşılamıyor.
Cemaat mensupları hizmetlerini ve hayır işlerini daha sistemli ve organizeli şekilde yürütmek için vakıf, dernek gibi STK’lar kurabilirler; ama cemaatin kendisi STK olamaz.
Bu önemli nüans gözden kaçırılmamalı.
Cemaatler ve onlarla irtibatlı STK’lar üzerindeki anlamsız baskı ve tehditlerin sona erdiği günlere bir an önce erişmek dileğiyle.
01.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|