Gecekondu hayatlar
Özellikle büyük şehirlerin en önemli problemlerinden biridir gecekondular. Adı üzerinde gece konmuşlardır. Alelâde bir şekilde, plansız yapılanmalar oldukları için beraberinde birçok problemi de birlikte getirirler. Altyapı probleminden, trafik karmaşasına kadar birçok problemin temelinde gecekondulaşmanın izlerini görebiliriz aslında.
Yakın zamanda benim için çok önemli bir günde, yetişmem gereken bir yere trafik çilesinden dolayı gecikince ve yollarda yaşanan saygısızlıkları, kural tanımamazlıkları, bencil kurnazlıkları görünce aslında gecekondunun sadece bir konut biçimi olmadığını, artık bir hayat anlayışı haline geldiğini de anlamış oldum. Bu noktada gecekonduda yaşayanları veya yaşamak zorunda bırakılanları tenzih ederek, gecekondu kelimesini plansızlık, kuralsızlık, keşmekeşlik anlamında bir benzetme aracı olarak kullandığımı peşinen belirtmek isterim. Yani gecekondu kültürü, daha doğrusu kültürsüzlüğü, artık şehre hâkim olan bir davranış biçimi haline gelmiş durumda maalesef. Bencilleşen ve narsistleşen insanlarımızda hak ve saygı duygusu gün geçtikçe daha da azalıyor sanki. Bunu en fazla trafikte hissediyor insan. Zaten gecekondu hayatların çoğalmasının sonucu değil midir ki, dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul’da artık kısa bir mesafeyi gitmek bile şehirler arası yolculuklar kadar vakit alır olmuştur. Gecekondu zihniyetli, kural tanımayan sürücülerle birlikte dikkatsiz yayaların da sebep oldukları kazaların ceremesini binlerce insan, kilometrelerce uzanan trafik kuyruklarında çile çekerek ödüyor maalesef. Ve nice insan kendileri için hayatî önem arz eden olaylara bu tür saygısızlıklardan ötürü yetişemiyor.
Bir düşünürün şöyle bir sözünü hatırlıyorum: “Bazı insanlar asla deliremezler, bu yüzden ha-yatlarının sonuna kadar acı ve keder dolu bir hayat sürmeye mahkûmdurlar!” Doğruluğu tartışılır elbette ancak bu sözden hareketle acaba diyorum, özellikle büyük şehirlerde rahat edebilmek için ille de deli mi olmak gerek?
Herkese karşı iyi niyetiyle tanıdığım fedakâr ve diğergam bir büyüğüm, yakın zamanda karşılaştığı bazı olumsuz olaylardan sonra şöyle demişti: ‘Eskiden insanlara ne faydam dokunur diye düşünürken, şimdi acaba insanların bana ne zararı dokunur diye düşünmeye başladım’. Elbette kötü düşünmemek ve sû-i zan etmemek gerekir ama maalesef iyi niyetin bazen neredeyse enayilik olarak algılandığı bir ortamda üzerinde durulması gereken çok önemli bir tesbittir bu.
Bence bir toplum hakkında bilgi edinmek için insanî gelişmişlik endeksinden önce ahlâkî gelişmişlik endeksine bakmak gerekir. Kişi başına düşen doğruluk oranı, yalan söylememe oranı, kişi başına düşen millî gelirden daha önemlidir çünkü. Günümüzde ahlâk problemi bütün problemlerin önünde yer alan bir meseledir. Meselâ eskinin İstanbul’unda hayat kültürü belli bir seviyenin üzerinde olmayanlar şehre alınmazlarmış. O sayededir ki İstanbul kültürü diye bir kültür oluşabilmiştir tarihte. Çok farklı din ve milliyetten insanlar İstanbul’da bir arada yaşamanın en güzel örneğini vermişler yüzlerce yıl. İstanbul kültürünün yaşandığı zamanlarda Müslüman olmayan milletler bile, bir arada yaşadıkları Müslümanların inançlarına saygı gösterirken, şimdiyse ‘Benim de dedem hacıydı, benim de ninem başörtülüydü, ama...’ diye cümlelerle başlayan, ‘ama’ bağlacından sonra da kendi gayr-i İslâmî hayatını temize çıkaracak birçok cümle ekleyen, bir kısım gecekondu zihniyetli insanlar hiçbir hassasiyet göstermeden hatta bazen bilerek saygısızlık yapabiliyorlar aynı inanca sahip olduklarını iddia ettikleri insanlara karşı.
Diğer taraftan dindar kesimin de ahlâk noktasında iyi bir görüntü verdiğini söyleyemiyoruz maalesef. Oysa gecekondu hayatların revaçta olduğu günümüz ortamında özellikle dindar kesimin kendisine yakışır bir hayat tarzını hâl ve tavırlarıyla göstermesi gerekmektedir. Hatta bu mesele, bence ibadetlerden daha öncelikli bir hâl almıştır artık. Meselâ sokakta çocuğuna eziyet eden başörtülü bir anne, yere tüküren sakallı bir Hacı, namaz kılan ama sözünde durmayan bir insan, İslâmiyeti ne kadar temsil ediyor dersiniz? Görüntüde veya isimde Müslüman olmak asla yeterli değildir. Dindar kesim, İslâmiyetin öngördüğü yüksek ahlâkı ve doğruluğu yani Kur’ân ahlâkını gerek özel, gerekse sosyal yaşantısında kendisine rehber edinmelidir. Meselâ ‘Temizlik imandandır’ hadisini bilen birisi, sokağa çöp atamaz, atmamalı, komşu haklarıyla ilgili hadisleri bilen birisi komşusunu rahatsız edemez, etmemeli, kul hakkını bilen birisi, trafikte başkasının hakkını gasp edemez, etmemeli, vb.
Bugünün hayatımızı ne oranda Kur’ân ahlâkına göre yaşadığımızı sorgulama ve lisan-ı halimizle de örnek olabilme adına yeni bir başlangıç olabilmesi temennisiyle…
Hayatımız gecekondu olmasın…
|
Hasan YÜKSELTEN
01.11.2006
|
|
Başsavcı’dan mesaj
Bundan birkaç ay evvel kaleme aldığım “Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılık Makamı” başlıklı bir yazım, 26.7.2006 tarihli Yeni Asya’da yayınlanmıştı.
Yazımda, son derece önemli bir hukuk konusunu, demokrasimizin büyük eksikliğini doğuran Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılık makamını işlemiş, yararını ortaya koymuş ve Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılık makamı olmaksızın yaşanan günlerimizde çekilen büyük hukuk sorunlarından söz etmiştim. Türkiye Cumhuriyetinde Başsavcılık makamı olmayınca, her savcılığın kendi yargı çevresi içerisinde kaldığını, birbirlerinin başı ve âmiri olmadığını, bir dosyanın çeşitli illeri ve bölgeleri ilgilendirmesi halinde, yapılan kopuk kopuk havalelerle dâvâların sürüncemede kaldığını ve özellikle ceza dâvâlarının zaman aşımına uğradığını açıklamıştım. Yazımız İstanbul ve İzmir basınında yer alırken, Balıkesir’de sadece iki gazetemizde yayınlanmıştı.
Bu yazımızdan sonra kendilerinden Ramazan ve Cumhuriyet Bayramı kutlama mesajı aldığımız Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı değerli hukukçu Nuri Ok, 20 Ekim 2006 tarihli bize gönderdiği özel kutlama yazısı ile “Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığı”nı işleyen yazımız dolayısıyla ayrıca teşekkür etmiş ve bu yazımızla desteğimizin sürmesini dilemiştir.
Muradımız; sizlerin desteği ve katkıları ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Başsavcılık makamına sür’atle kavuşmasıdır. İnanıyorum ki bu yazımızın, yaşadığımız büyük hukuk eksikliğinin giderilmesinde ve zaman aşımına uğrayan dâvâlardan ülkemizin kurtarılmasında büyük katkısı olacaktır.
Sizlerin, gazeteci arkadaşlarımızın, dostlarımızın geçmiş Ramazan Bayramlarını sevgi ve saygıyla kutlarken, Sayın Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok’un naçiz şahsımıza göndermiş olduğu mektubu yazımıza ekliyoruz:
“Sayın Av. Turgut İnal
“İçten sevgi ve saygılarımı arz eder, tekrar geçmiş Ramazan ve Cumhuriyet bayramlarınızı kutlarım.
İnsanımız, devletimiz, kurumlarımız ve ülkemiz için en iyiyi önermek ve savunmak, her iyi fikre ve öneriye destek vermek erdeminizi, çok kısa da olsa zâtıâlinizle bir arada bulunarak ve çok değerli fikir, eleştiri ve önerilerinizi içeren çok sayıda kitap ve yazılarınızı okuyarak yakından gördüm. Bu sevinç ve kıvanç veren duyguyu iletmek, size ve sizin gibi değerli insanlara karşı bizlerin başta gelen görevidir.
“Esas itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Başsavcılığını konu alan yazınızda her şeyin en iyisine lâyık gördüğümüz halkımızın yararına olacağından dolayı destek vermeniz, sahip olduğunuz erdem ve yetkinliğinizin güzel bir örneği ve sonucudur. Bu çok gerekli kurumlaşma düşüncesini canlı tutmak, gündemden düşürmemek gayretimize önemli bir destek olması dolayısıyla içten şükran duygularımızı lütfen kabul buyurunuz.
“Bu vesileyle Ramazan ve Cumhuriyet bayramlarınızı en iyi dileklerimle kutlar, sevgi ve saygılar sunarım. Esen kalınız.
“Nuri Ok
“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı”
|
Av. Turgut İNAL
01.11.2006
|