|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Görmediler mi: Biz kudretimizle onlar için birer nimet olarak hayvanlar yarattık da, onlara bu sayede sahip olurlar.
Yâsin Sûresi: 71
|
01.11.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
İnsanların arasına karışıp da onların sıkıntılarına sabreden mü'min, insanlar arasına karışmayıp sıkıntılarına sabretmeyen mü'minden daha üstündür.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3773
|
01.11.2006
|
|
Dünya sergisi açılmaya başlıyor, dikkat!
Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risâle-i Nur talebelerinde şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhan bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahminî sebep, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:
Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor; manevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede âlem-i İslâmın manevî havası, umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddi teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı sâfileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder. Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o ahiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi, dünya sergisi açılmaya başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.
Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risâle-i Nur'un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilât ziyadeleşse, kudsî vazife itibarıyla daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünkü başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeye sebeptir. Zira, gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmaya kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.
Kastamonu Lâhikası, s. 41
***
Bizimle alâkadar bir zat, pek çokların şekvâ ettikleri gibi, eskiden şiddetli bir tarikatta okuduğu evradındaki zevk ve şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uyku galebe ettiğini müteessifâne şekva etti.
Ona dedik: Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki sıkıntı veriyor; asabî sinelerde inkıbaz hali başlıyor. Öyle de, bazan manevî hava bozuluyor. Hususan maneviyattan yabanîleşmiş bu asırda ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme ve şuhur-u mübarekede manevî havayı tasfiye eden âlem-i İslamın intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup, havayı bozan dalâletlerin tesirleri zamanında ve bilhassa kış tazyikatı altında, bir derece hayat-ı dünyeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksaniyetinden, ehl-i İslam ve ehl-i imanda, hayat-ı uhrevîyeye çalışmak iştiyakı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyak-ı uhreviyeyi gizlemesi ânında elbette böyle kudsî evradlarla zevk, şevk yerinde, esnemek ve fütur gelir.
Fakat, madem "İşlerin en hayırlısı zahmetli olanıdır" (el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:55.) sırrıyla, meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı âmâl-i sâliha ve umur-u hayriye daha kıymetli, daha sevaplıdır. O sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurâne şükretmek gerektir.
Kastamonu Lahikası, s. 97
|
01.11.2006
|
|
Bir Cumhuriyet Bayramının hatırlattıkları
Yıl 1935.
Günlerden 29 Ekim.
Cumhuriyetin 12. yılı, bir Cumhuriyet Bayramı...
Yer, Eskişehir hapishanesi.
Zulmen mahkûm, Bediüzzaman Said Nursî.
Üç yüz elli bin tefsirin tasdik ve ittifakına istinaden tefsir ettiği tesettür hakkındaki bir âyet dolayısıyla, haksız bir şekilde mahkûm olduğu Eskişehir hapishanesinin penceresinden, karşısındaki lise mektebinin bahçesinde büyük kızların gülerek eğlendiklerine, dans ettiklerine, hakikatte ise elli-altmış sene sonraki elim hallerine şahit olur. Bediüzzaman’ı “tesettür”den mahkûm edenlerin anlamadıkları veya anlamak istemedikleri istikbaldeki acı gerçeğin resmidir aynı zamanda bu manevî müşahede.
Bediüzzaman, yine zulmen mahkûm olduğu Denizli Hapishanesinde bulunduğu yıllarda, yani Cumhuriyetin 20-21. yıllarında telif ettiği Meyve Risâlesi’nin Üçüncü Meselesi’nde, ayrıca Gençlik Rehberi’nde “İbretli Bir Hadise” başlığıyla bahseder bu hatırasından.
Bu meyanda ahirzaman fitnelerinde en önemli ve dehşetli rolü, ifsat komitelerinin birinci hedefi konumundaki kadınların oynadığını ve bu cazibedar fitnenin ehl-i imanı, özellikle de gençleri bir mıknatıs gibi kendisine çektiğini söyler. Ve öyle ki, onun dilinde, insan iradesini ortadan kaldıracak dehşettedir bu fitne...
Yıl 2006... Cumhuriyetinse 83. yılı...
Bediüzzaman’ın çizdiği tabloda değişen fazla birşey yok. Hatta menfî anlamda ilerleme var.
Büyük ölçüde ifsat komitelerinin teşvikiyle kadının ahlâkî yönden sukût ettiği, topyekûn insanlığın ve özellikle de gençlerin bu yolla ifsat edildiği bir zaman dilimidir yaşadığımız. “Dünyayı dine tercih rejimi”nin sürüklediği bir felâket tablosu... Bir bakıma ekilen tohumların yeşermesi... Ama yeşeren, bir onlar değil elbet. Ekilen Nur tohumları da neşv ü nemâ buldu. Lâkin tahrip, tamirden kolay olduğu için, fitne olanca hızıyla yayıldı. “Şimdi, binler tahribatçıya mukabil, Risâle-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesirâtı pek harikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mucizevârî muvaffakiyet ve fütuhat görülecekti” cümleleri, gayretimize bağlı olarak istikbal adına tesellî ve umut kaynağımız.
83 yıldır kutlanan Cumhuriyet, gerçek anlamında idrak edilemedi hâlâ ne yazık ki. Dinî hizmetlerin önüne sed çekildiği, laikliğin lâdinîlik olarak uygulandığı, isim ve resimden ibaret bir Cumhuriyet süreci, manevî yönden zayıf bir nesli meyve verdi. Başta eğitim yuvaları olmak üzere, toplum buna şahit.
Bediüzzaman, tâ o yıllarda “Bu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek” demişti. “Madem Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz” diyerek, ancak fıtrat dini olan İslâmın, bu milleti maddî-manevî ihyâ edeceğini söylemişti. “Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası; ihya-i din ile olur bu milletin ihyâsı” sözleri de bu gerçeğin teyidiydi.
Bilhassa gençler üzerinde yapılan anketler de gösteriyor ki, toplumun manevî yönden takviyesi şarttır. Aksi halde şu an olduğu gibi, gelecek nesiller de helâkete sürüklenecektir. Bunu şimdiden görmek zor değil.
Bediüzzaman Eskişehir hapishanesinin penceresinden istikbali, bugünleri seyretmişti. “Gördüğüm hakikattir, hayal değil” diyordu. Zaman, Bediüzzaman’ı teyid etti. Lise mektebinin bahçesinde gülerek eğlenen kızlardan çoğu, tıpkı Bediüzzaman’ın manevî sinemada müşahede ettiği gibi, elli-altmış sene sonra kabirde toprak oldu, kalan kısmı da sevgi bekledikleri kimselerden nefret görürek ölüme terk edildi. Kimbilir belki onlar da kalmadı dünyada şimdi.
Bediüzzaman’ın kayıt düştüğü “İbretli Bir Hadise” başlığı, bu hatıradan açıkça ibret almamız gerektiğine işaret ediyor. Tabiî eğer, istikbalde kutlayacağımız Cumhuriyet bayramlarında, yine Bediüzzaman’ın Eskişehir hapishanesinin penceresinden şahit olduğu hallerin benzerlerini müşahede etmek istemiyorsak.
|
İsmail TEZER
01.11.2006
|
|
Münâcâtü'l-Kur'ân
MÜLK:
1. Ey mutlak hükümranlık elinde olan ve her şeye gücü yeten! (1)
2. Ey ölümü ve hayatı yaratan mutlak gàlib ve çok mağfiret eden! (2)
3. Ey dünya semâsını kandillerle donatan, bunlarla şeytanları taşlayan ve onlara alevli ateş azabını hazırlayan! (5)
NÛN (KALEM):
1. Ey kendi yolundan sapanları en iyi bilen ve ey hidâyete erenleri de en iyi bilen! (7)
2. Ey Kur’ân’ı yalanlayanları bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştıran! (44)
HÂKKA:
1. Ey Semud Kavmini şiddetli bir sesle helâk eden! (5)
2. Âd Kavmini ise, dehşetli ve dondurucu bir kasırga ile yok eden! (6)
3. Ey onları pek şiddetli bir şekilde yakalayan! (10)
4. Ey o gün Arşını onların da üzerinde sekiz meleğin yüklendiği! (17)
|
01.11.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden
İman ilminde aza kanaat etmemeliyiz
Evet, düşüncemiz daima terakkî etmekte olacaktır. Bu muvakkat dünyanın, ebedî saadeti kazanmak için bir ticarethane olduğunu Risâle-i Nur bize ders veriyor. Biz de, bütün hakikî ilimlerin madeni, esası, nuru ve ruhu olan imân ilmini tahsil ve iktisab etmek için ve mukaddes dâvâmızda muvaffak ve kudsî mücadelemizde muzaffer olmak için aza kanaat etmeyeceğiz. Daima yükselmek, daima ilerlemek, daima terakki etmek için Nur Risâlelerine çalışacağız ve çalıştıracağız.
|
01.11.2006
|
|
Nurdan Bir kelime
Tabiat
Tabiat misalî bir matbaadır, tâbi’ değil. Nakıştır, nakkaş değil. Kabildir, fâil değil. Mistardır, masdar değil. Nizamdır, nâzım değil. Kanundur, kudret değil. Şeriat-ı iradiyedir, hakikat-i hariciye değil.
Mektubat, s. 453
|
01.11.2006
|
|
|
|