2004 yılında, 190’dan fazla insanın ölümüyle sonuçlanan Madrid’deki bombalı saldırılar, terörün tırmanan yeni boyutuydu. 11 Eylül’ün Batıyı saran korku duvarları yükselmeye devam ediyordu. Bundan hareketle “Medeniyetler çatışması” tezine dayanak arayanlar, öcü gösterdikleri İslâm ile terörü beraber zikretmekten çekinmediler.
Buna, Batı dünyasının kibir ve aşağılayıcı tutum ile yaklaşımları da eklenince, nefretten beslenen anarşinin küreselleşmesi kolaylaştı. Güçlü ekonomileri yöneterek ve dünya pazarını elinde tutarak siyasî çeteye dönüşmüş Batı hükümetleri, fakir toplumları tehdit ettikçe, bunun karşısına dikilen grupların radikalleşme süreci de hızlandı.
İslâm toplumlarında çoğu kendi halkının inisiyatifinden ziyade dünyadaki hakim gücün etki alanında tutunan hükümetler ise demokratik zemini göstermelik tutup, ülke kaynaklarını adaletli paylaşma iradesinden uzaklaştılar.
ABD’nin, İslâm dünyasına İsrail’in Filistin’e ve Lübnan’a yaptığı işgal üzerinden gözdağı verdiği ve Ortadoğuda acımasızca katliamların yaşandığı cehennemi bir ortamın müsebbibi olarak refiki İngiltere ile dolaplar çevirdiği bir gerilim yaşanıyor. Bu gerilimler, dünyayı yeni bir çatışmanın tam ortasına itti. Dünyayı saran çatışma kültürü, iki büyük dinin mensuplarını, Hıristiyanlık ve İslâmiyet eksenlerinde sürtüşmeye götürürken, radikalizmin de dini istismar eden söylem alanına katkı sağladı. Batıda ve İslâm dünyasında bu fanatizmi tahrik eden âlimler de bu işin cabası. En son, Papa bile siyasî bir üslupla Müslümanları rencide etti.
Böyle bir dönemde, İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero, Madrid olaylarından sonra Eylül 2004’te Birleşmiş Milletler genel kurulunda yaptığı konuşmada, medeniyetler ittifakını gündeme getirdi. Kasım 2003’te İstanbul’da meydana gelen bombalı intihar saldırılarından da 60’tan fazla kişinin öldüğü dikkate alınırsa, İspanya ve Türkiye medeniyetleri buluşturacak bir projenin doğu ve batı temsilcileri olmaya uygundular.
“İslâm ve batı toplumları arasında saygı ve diyalogu arttırma amaçlı Medeniyetler İttifakı” girişiminin ilk toplantısı, iki ülke başbakanları düzeyinde 27 Kasım 2005’te yapıldı.
Zapatero, ilk toplantının açılış konuşmasında, “Medeniyetler İttifakı, dünyanın herhangi bir yerinde ve her türlü çarpık argümanı kullanarak nefret ve hoşgörüsüzlüğü yaymaya çalışanlarla mücadele etme amaçlı bir çabadır. Doğuyla Batı dünyaları arasında giderek genişleyen uçuruma engel olmalıyız” diyordu.
Başbakan Tayyip Erdoğan ise, “Medeniyetler arasındaki anlayış eksikliği büyük bir handikaptır ve aşırılık yanlılığı, hoşgörüsüzlük ve terörizme dönüşmektedir. Buna son vermek bunun için bu kadar önemlidir” tespitinde bulunmuştu.
Kurulan üst düzey akiller grubuna, eski UNESCO Genel Direktörü Frederico Mayor ile Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın eş başkanlık etmesi kararlaştırıldı. Grubun içinde İran eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi gibi reformistlerle Güney Afrikalı Patrik Desmont, Fransa eski Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine gibi şahsiyetler de var.
BM öncülüğünde diğer bir çok ülkenin de destek verdiği bu girişim, henüz siyasî sonuçları itibariyle bir etkinlik ortaya koyacak düzeyde ve olgunlukta değil. Ancak, akademik temelli ve akil insanların ortaya koyacağı sağduyuya dayalı bir çerçevenin dünya birliği için ortaya konması da önemli bir safhadır.
Nitekim yapılan toplantılar ve görüşmeler bir metne dökülebildi. Girişim, “ete kemiğe bürünme” noktasına doğru gelişiyor.
Bunun meyvesi olarak, bu hafta başında İstanbul’da dördüncü yüksek düzeyli grup toplantısı yapıldı. İspanya ve Türkiye Başbakanları ile Kofi Annan’a birlikte âkiller grubunun raporu sunuldu.
Bunlar, şüphesiz çok güzel gelişmeler. Yahudileri ülkelerinden kovan İspanya ile onları kabul eden Osmanlı’dan miras Türkiye, dünyayı saran İsrail merkezli ve ABD destekli fitne ocaklarına karşı da inşallah bu tarihî tecrübelerini kullanacaklardır.
Annan’ın, BM’nin sabıkalı durumuna rağmen “Problem dinlerde değil, sembollerle savaşı çıkarmak isteyenlerde” demesi yerinde bir ifadeydi. Bediüzzaman’ın tespitiyle dinin istismara açılması, siyasette kullanılması ve iktidar aracı yapılması, en çok dine ve dindarlara zarar vermiştir.
Bunun evrensel ölçekte anlaşılır olması, ilmî zeminde âkil insanların meşruiyet arayışı ve barış elçilerinin savaş çetelerine karşı bu entelektüel çıkışı, zamanla daha iyi neticeler verecektir.
Takdire şayan bu girişimde Türkiye’nin anahtar rolü ve Erdoğan’ın gayreti siyasî akıntılara kapılmadan devam ederse, İslâm medeniyetinin anlaşılmasına ciddi katkı yapacaktır. Zihinlerdeki kör düğümleri çözecektir. Bu girişimi tebrik ediyoruz.
16.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|