Dünyanın gidişâtında devir ve deveran pozitif amaca hizmet ediyorsa, hareket ve bereket artan kuvvet değerindedir. İdare; netameli olduğu kadar mücadele isteyen, azim ve kararlılıkla müşavere gerektiren bir dirayettir. Bereket; maddî ve manevî rızkımızın peşinde koşarak meşrû kazancı teminle mümkündür.
Hakikat ve tarikat, uzun bir yolun sonundaki menzile müşteri toplar. Siyaset ve ticaret ise, netice bekler. Dünya haline uygun tatbikatla yürür. Zamanın acelesini yaşar. Sıkı ve maddî bir takip mecburiyetini planlar.
Hakikat ve tarikat yolunda, meyveler umumiyetle ruhânî haz ve faziletle uhrevî sevaptır. Dünyanın tamamı ona hazırlıktır, beşeriyete servistir. Beklentisiz ve kalben istiğna ederek, dünyayı terk etmenin verdiği feyizle ilmen, amelen ve kalben ilerlemektir. Dünyevî zaruretler karşılandığı müddetçe, kanaat edip makama ve mansıba talip olmamaktır.
Makam ve mansıp, siyasetle ve ticaretle kaimdir. Otorite, hâkimiyetin ve makamın gereği iken, kazanmak için didinmek ve gayretini arttırarak koşturmak ise ticaretin kârlılıkla verdiği bir lezzettir.
İlim ve hikmet, sükûnetle perdeyi aralayacak kadar sabırla çalışmayı ve talep etmeyi gerektirir. Tasavvufta ise dünyayı “boşamak” icap eder.
Hikmet yolcuları; ilim, marifet, muhabbet ve lezzet-i ruhaniye ile rıza kapısını çalarlar. Tevazu içinde mahviyetle münasebet tesis ederler. Muhabbet merkezlidirler. Vicdanlar üzerine müesses bir ruhun inşâsı için uğraşırlar. Meşguliyetleri şahsî değildir. Geçim ve seçim telâşında olmazlar.
Hikmet ehli olanlar; ümeranın kapısında makam ve “maaş dilencisi” olmamaya itina gösterirler. İlmin izzetini korurlar. İnandıklarını söylerler. Politik kaygı taşımazlar. Neticeye müdahale etmeyi düşünmezler. Tesiri ve teveccühü istemezler. Bunların Allah’a ait olduğunu bilirler.
Dünya yolcuları; yeryüzüne kalben bağlanmadan çalışırlar. Dünyayı ahiretleri için bir tarla görürler. Maddî kazancın içinden yol alırlar. Hikmet ehlinden beslenirler, ancak onun beşerî tahakkuku ve insaniyetin istifade edeceği maddî sonuçlar için çabalarlar. Daha çok yorulurlar. Hakikat-ı hâli yaşarlar. Gözleri açık, bedenleri dinç, hayatları o anın meselelerini çözmeye müheyya bir haldedir. Sorumlulukları fazladır.
Dünya ehlinin, müspet yolculuklarında tenkit edilmeleri çok kolaydır. Her hareketleri mânâ âleminde ve istiğrak halinde, farklı değerlendirilebilir. Ancak, veren eldir. Düşünen beyindir. Çalışan bilektir. Kuvvetin hakkını temsil eder. Maddî kılıçtır. Neticeler; olumlu veya olumsuz ertelenmeden önüne konulan bir faaliyet ve murakabe sürecindedirler.
Âdetullah’ın muhatabı olan idare ve iâşe ehli; siyaset ve ticaretle beşerî ihtiyaçları ve maddî âlemin tanzimini sağlarlar. “Lezzet-i cismaniye” ile mutluluk kaynakları olan üç temel fonksiyon; beslenme/yeme-içme, mekân/ortam ve nikâh/akit/bağlanma/sözleşme zemini hazırlama, düzenleme açısından riyaseti temsil ederler.
Riyaset ve diyanet; birbirini tamamlayan, birbirine müdahalesi yanlış olan, ikamesi doğru olmayan, denge ve uyum isteyen ana unsurlardır.
Diyanet, hilafetin hikmetle, akılla, kalple ve muhabbetle amil ve amel içinde kalmasını temin etmeli.
Riyasetse, açılan nuranî ve aydınlık hikmet ufkunda beşeriyetin tekâmülü için maddî huzuru sağlamalı.
İkisinin yerli yerinde ve yerini bilen insanlarla doğru tesis edilmesi halinde; faziletli bir medeniyetin maddî-manevî kalkınması gerçekleşir.
Ruhun inkişafı vicdanî bir terennüm iken, maddî rahatlık şükür kapılarını açan bir teşvik zeminidir. Cennetin tadımlık dünyasında ve gölgelerini yaşatan ikliminde, bu iki mânânın beraberliği ve dengesi vardır.
12.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|