Her şeyi sevimli, güzel, aydınlık, net ve açık olarak gösteren iman gözlüğüyle hayata ve olaylara bakamayan insan gaflet bataklığında can çekişiyor demektir. Neye ne kadar değer ve önem vereceğini bilemez. Şu geçici, kısa dünyada demirleyecekmişcesine bütün enerjisini ona sarf eder.
Nedir dünya, nedir ahiret?
Mektûbât’ta (20. Mektub) dikkat çekildiği gibi dünyanın bin senelik mutluluğu Cennetin bir saatine denk gelmez. İnsan Cennette de bin sene yaşasa bir saat Cenâb-ı Hakkın cemalini seyretmenin yerini tutmaz.
Dünya saltanatı denilince Hz. Süleyman’ın dağa, taşa, kuşa, rüzgâra hükmü geçen saltanatı akla gelir. Oysa böylesi bir dünya saltanatı fani olduğu için ebedî saadetin yanında hiç hükmündedir. Evet, Sözler’de (19. Söz) denildiği gibi şu dünyevî istikbal ebedî istikbal yanında bir katre serap hükmündedir. Dünyevî saadet ve saltanat da ebedî saadetin yanında sürekli yanan güneşin yanında bir anda çakıp sönen şimşek gibidir.
Onun için insan şu geçici dünyadan neyi kazanırsa kazansın eğer ahirette işine yaramayacaksa “bir katre serap” olmaktan öte geçmez ve bu insanı aslâ gurur ve kibire itmemelidir. Dünyada bir kısım şeyleri kaybetse de mahzun olmamalıdır. Önemli olan ahirette kaybetmemektir. “Size ne oluyor ki dünyada elde ettiğiniz az bir şey sizi ferahlandırıyor, ahiretten yitirdiğiniz çok çok lütuflar, sizi hüzne atmıyor?” diyen Hz. Ali asıl ferahlandırması ve hüzne atması gereken bir hususa dikkatleri çekiyor.
Dünyadan kazanırken sevinmek, ahiretten kaybederken üzülmemek büyük bir gaflettir. “Ne kadar da ziyandadır gafletle yaşayan!” tesbiti de yine Hz. Ali’ye ait. Der ki: “Ey Allah’ın kulları, nerede o ömür sürenler ki nimetlere gark oldular; nerede o bilgi belleyenler ki anlar, bilir bir hâle geldiler? Mühlet verildi onlara, gaflete daldılar; sağlık esenlik içinde oldular, unutup gittiler. Uzun zaman mühlet buldular; fırsat elde ettiler; lütuflara, ihsanlara nâil oldular; çetin azaplarla korkutuldular; büyük sevaplarla müjdelendiler.”
Nimetler içinde yüzüp kıymetini bilmeyen, şükrünü yapmayan; sağlık, afiyet içinde yüzdükleri halde gaflete dalan, lütuf ve ihsanlar içerisinde yüzdükleri, çetin azaplarla korkutuldukları, büyük sevaplarla müjdelendikleri halde gereğine göre davranmayan insanlar kadar gaflet içinde olan kim vardır? Gerçeklerle yüzyüze geldiklerinde duyacakları pişmanlığın onlara kazandıracağı ne olabilir?
Sözü Hz. Ali’nin (ra) şu vecizesiyle bağlayalım: “Ey gaflete düşenler, sizden gaflet eden yok!”
Yani, insanlar Allah’ı; emir ve yasaklarını unutsalar da Allah onları unutmaz, yaptıklarını yanlarına bırakmaz.
12.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|