O şimdi amelleri ile baş başa
Dünden devam
SİYASETE VEDA
Ecevit’in sağlık durumu uzun bir zamandır iyi değildi. Hatta 1999 seçimlerinden sonra Başbakan olduğu günlerde, Başbakanlığın merdivenlerini çıkmakta büyük zorluk çekiyordu. Çıkmak için de desteğe ihtiyaç duyuyordu. Bu destek de genellikle Hüsamettin Özkan’dan geliyordu. Bu görüntüden kurtulmak için de bir formül aranıyordu. O zamanlar bir çözüm yolu olarak, Başbakanlığın üst katına çıkmak için binaya dışarıdan bir asansör monte edilmişti. Ecevit, artık bu asansörü kullanmaya başlamıştı. Seçim sonrasında bir müddet daha partinin başında kalmışsa da, sağlığının iyice bozulması üzerine, daha fazla beklemeden 25 Temmuz 2004 tarihinde toplanan DSP Genel Kurultayında aktif siyasetten çekilmiş ve DSP Genel Başkanlığını Zeki Sezer’e teslim etmişti.
Ecevit’in aktif siyasetten çekilmesi üzerine, 26 Temmuz 2004 tarihli Zaman gazetesine “Bülent Bey’i uğurlarken’’ başlıklı bir ilân veren Fethullah Gülen, “Siyasî hayata atıldığı andan itibaren hep inandığı gibi yaşadı. İçinde bulunduğu siyasî ortamın hususiyetlerini her zaman aksettirdi. Hususiyle son zamanlarda ulu orta sorgulanan ve saygısızca tecavüz edilen millî değerlerimize hep saygılı oldu. Ve başkalarını da saygılı olmaya çağırdı. Doğru bildiği meselelerde en muannit baskıcı güçlere bile bildiğini söylemekten şaşmadı. Keşke başka devlet adamlarımız da bu tavrı gösterebilseydi. O şaşırtılmak istendiğinde bile elini masaya vurup ‘Ben bunları doğru bulmuyorum’ demesini bildi. Onun bu ahlâkîliğinin halefleri tarafından da, olduğu gibi temsil edileceği ümidiyle’’ diyerek duygularını ifade etti.
Bülent Ecevit siyasetten çekildikten sonra ortalıkta pek fazla görülmedi. Zamanını evinde eşi Rahşan Hanım ile geçirmeyi tercih etti. Zaten çok hastaydı ve 2000 yılından itibaren hareketlerinde büyük bir yavaşlama dikkati çekiyordu. Bu arada dördüncü şiir kitabı olan Bir Şeyler Olacak Yarın’ı (2005) yayınladı.
VE MUKADDER SON
Danıştay’a 17 Mayıs 2006 tarihinde Alparslan Arslan isimli bir avukat tarafından yapılan ve ilk etapta en üst düzey yetkililer tarafından meselenin vuzuha kavuşması beklenmeden, başörtüsüyle ilişkilendirilen ve yeniden laiklik demeçlerinin patlamasına vesile olan menfur saldırının üzerinden fazla zaman geçmeden, işin içyüzü büyük oranda ortaya çıktı. Bu menfur suikasti yapanların, Kara Kuvvetleri Komutanlığına ait bombaların kullanılması ile üç kez bombalanan Cumhuriyet gazetesi saldırısını yapanlarla aynı kişiler olduğu ortaya çıkınca, bu meselenin perde gerisinde bazı derin güçlerin bulunduğu iddiaları gündeme geldi. Emekli asker Muzaffer Tekin ve diğer üst düzey emekli asker ve devlet görevlilerinin bu konudaki rolleri halen araştırılmakla birlikte, konunun dindarlarla ilgisinin olmadığı ve bir tezgâh sonucu dindarlara mal edilmek istendiği konusu açıklığa kavuştu.
İşte bu saldırı sonucu hayatını kaybeden Danıştay 2. Daire Üyesi M. Yücel Özbilgin’in Kocatepe Camiinde yapılan cenaze törenine Bülent Ecevit de katılmıştı. Rahşan Hanım’ın verdiği bilgiye göre, bu saldırıya çok üzülen Ecevit, daktilosunun başına geçerek üç cümlelik bir açıklama yazar ve “hükümetin derhal çekilmesini’’ ister. Bülent Ecevit, yakınlarının bütün itirazlarına rağmen “laiklik şehidine son görevimi yapmalıyım’’ diyerek cenaze töreninin yapılacağı Kocatepe Camiine gelir ve bu camiin 25 basamaklı merdivenini çıkar. Ardından da camiin bahçesine gider ve uzun süre güneşin altında bekler. Eve dönünce durumu ağırlaşır ve ambulansla GATA’ya götürülür. Burada yapılan tetkiklerde, beyin kanaması geçirdiği tesbit edilir ve hemen ameliyata alınır. Yedi saat süren ameliyatın sonunda kendini toparlaması ve yeni bir atağın önlenmesi için uyutulmaya devam edilir.16
Ecevit’in 82. yaş günü pastası 28 Mayıs 2006’da Gülhane Askerî Hastahanesinin önünde eşi Rahşan Hanım tarafından kesilir. Bu yaş günü toplantısında seksen iki güvercin uçurulur. Samanyolu TV’nin 28 Mayıs 2006 tarihindeki ana haber bülteninde “82. doğum gününü hastahanede komada geçiren Bülent Ecevit, siyaset hayatı boyunca hep birlik ve beraberlik mesajları verdi. Laiklik kavramını çok güzel şekilde yorumlayan Ecevit, toplumda meydana getirilmeye çalışılan ayrılık atmosferinin de son derece tehlikeli olduğuna dikkat çekti’’ diyerek, farklı bir bakış açısı ortaya koydu.
Beyninin yeterli düzeyde toparlandığını düşünen doktorlar, anestezi uygulamaktan vazgeçerler ve Ecevit’in uyanmasını beklerler. Ancak o bir daha uyanmaz. Yüz yetmiş iki gün komada kaldıktan sonra 5 Kasım 2006 günü saat 22.40’ta bu fani dünyadan göçer, gider.
Artık bu dünyadaki günlerini tamamlayarak her fanî gibi o da ahiret âlemine, hesap âlemine adım atmıştır. Mutlak adaletin hüküm sürdüğü bu ebedî âlemde, Allah’ın huzurunda, Adil-i Mutlak’ın şaşmaz adalet terazisinde, bu dünyadaki hayatının hesabını, herkes gibi o da verecektir.
—SON—
Dipnotlar:
16- İnternet Haber. 20.05.2006
“MÂNEVÎ BİR İHTARLA BİR İKİ
İNCE MESELEYİ SİZE YAZIYORUM”
Geçen Ramazan-ı Şerifte, Ehl-i Sünnetin selâmet ve necatı için edilen pek çok duâların şimdilik âşikâre kabulleri görünmemesine hususi iki sebep ihtar edildi. Birincisi: Bu asrın acip bir hassasıdır. Bu asırdaki ehl-i İslâmın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlicenâbâne affetmesi ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-u ibâdı mahveden adamdan görse, ona bir nevî taraftar çıkmasıdır. Bu suretle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan, safdil taraftarla ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; “Biz buna müstehakız” derler.
Evet, elması bildiği (ahiret ve iman gibi) halde, yalnız zaruret-i kat’iye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer’iye var. Yoksa, küçük bir ihtiyaçla veya hevesle veya tamâh ve hafif bir korkuyla tercih edilse, eblehâne bir cehalet ve hasârettir, tokata müstehak eder.
Hem âlicenâbâne affetmek ise, yalnız kendine karşı cinayetini affedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen cânilere afüvkârâne bakmaya hakkı yoktur, zulme şerik olur.
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 24
|