Kim cenazesinin bir gösteriye dönüşmesini ister…
Kim duâlar yerine sloganlarla, mahzun yüzler yerine öfkeli gözlerle uğurlanmak ister…
Kim ayetlerle değil, pankartlarla yolcu edilmek ister…
Kim ardında bıraktığı iyilikler, güzellikler ve doğruluklar yerine, bir ideolojinin kuru ve içi boş sözlerinin gölgesinde defnedilmek ister…
Kim bu özel gününün, kavuşma gününün, Mevlana’nın deyimiyle düğün gününün, çığırtkanlığa dönüşmesine razı olur.
Tüm hayatı takım elbiseli ve resmî bir tören havasında geçen kim, en azından ölümünü gayri resmi bir sükunetle geçirmek istemez…
Kim böylesine bir sükunet ve huzur yerine, rap rap sesleri ve kocaman bir uğultu arzu eder…
Kim duânın sıcaklığı dururken, marşların gürültüsünü tercih eder…
Kim umursar, ilköğretim okul kitaplarındaki yıllarca ezberlenmiş cümleleri, böyle bir zamanda.
Kim birilerinin tehdit ve tehlike ölçüleriyle geçirmek ister, hayatının hiç değilse bittikten sonraki kısmını…
Kim ister ki daha çığırtkan, daha resmîci, daha ilköğretim ders kitaplarındaki ezberleri kutsayıcı bir kalabalık oluşacak diye, geldiği toprağa dönüşünün ertelenmesini…
Kim böyle bir günde “Andımız” havasında, “yanaşık düzen eğitimi” kıvamında, bol “kahrolsun”lu, bilumum “lanet”li bir törenle uğurlanmak ister.
Dahası, ölüm bir tarafa, kim böyle yaşamak ister. Kim hayatı ölüm havasında yaşamaya razı olur.
Bu kadar renk varken, kim siyahla, beyazla ya da maviyle; bu kadar kuş varken sadece biriyle yetinir.
Bu kadar yaralı yürek varken, kim karşılarına oklarla çıkar.
Bu kadar yaşamaz gibi yaşanan bir hayat varsa, anlaşılmamış bir dünyaya karşı, dünyadan kopuk bir dünya kurulmuşsa, tarih, coğrafya, kimya, fizik, biyoloji ona göre yeniden yazılmışsa, kısacası yaşanmamışsa bu hayat, koklanmamışsa bu dünya, görülmemişse bunca renk…
Şaşmamalı böyle cenaze törenlerini isteyenlere…
Ama herkes kendine sormalı, elinde pankart, dilinde slogan, gözünde öfke olan herkes…
Ben böyle bir tören ister miydim, kendi ölümümde diye...
09.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|