14 Mayıs’ta Caferî törenlerini izlemek için Irak’tan gelen İslâmî İmam Kâzım Sosyal ve Kültür Kurumu Temsilcisi Hüseyin Hakim IHH’nın merkezinde bir konuşma yapmış ve yer yer bizleri hayrete gark eden konuşması sırasında siyaseseti etik ve kuralların üzerine çıkarmıştı. Siyaseti demokrasinin tanımı gibi izah etmişti: Fennü’l mümkini. Mümkün olabileni yapmak. Irak’ta kendi yaklaşım ve durumlarını bu tanımın ışığında izah ediyordu. Oradaki konuşmasında meseleyi Saddam’ın dindarlığına da getirmiş ve zoru gören Saddam’ın iman kampanyası başlattığını ve mümin kılığına büründüğünü söylemişti.
Gerçekten de Saddam zor bir adamdı. Irak’ın ve bölgenin başına açtığı rahneler ortada. Bununla birlikte her dindarlığın bizim ölçümüze uyması ve bizden icazet alması mı gerekiyor? İşte bu soru önemli bir soru. Bu elbette ki Saddam’ın dindarlığını onaylamak değil. Belki bu anlamda Bush’un, Saddam’ın ve hatta Huccetiyecilerden Ahmedinejad’ın dindarlıkları hep arızalı olabilir. Sorgulayabiliriz veya sorgulamamız da gerekebilir. Tabii ki bize göre. Bununla birlikte onların yanlış dinî algılamalarının içinde derinlik ve samimiyet de olabilir. Bu da meselenin başka bir boyutu. Saddam’ın dindarlığı da Alevileri ve Ehl-i Beyt’i cezalandıran ve onlara göz açtırmayan Emevi ve Abbasi hanedanlarıyla mukayese edilebilir. O iktidarlara Şia’nın verdiği cevap da tek değildi. Esasen Hazreti Hüseyin (R.A.) adalet namına ve istibdada ön vermemek için baş kaldırmıştır. Yoksa niyeti dinî bir hanedanlık veya veraset dâvâsı değildir. Musa Kâzım daha sonra İmam Zeyd’in başkaldırışını onaylamamıştı. Elbette Saddam’ın kendisini neseb-i tahireyle bağlayan bir şecere isnadı da doğru değildi. Fakat oportünist olmadığı ve kendi davasına inandığı da bir vakıa. Bundan dolayı asabının kurbanı idi: Sert, zalim ama samimi.
***
Saddam Hüseyin, Müslüman kimlikli ama Stalin tipinde bir liderdi. Nev-i şahsına münhasır bir şahsiyet. Saddam Hüseyin’in dindarlığında iki devre vardır. Ahmet Hasan Bekr’in yardımcısı olduğu dönemde din ve diyanetin yakınından dahi geçmemiştir. Dine oldukça mesafeli olduğu söylenebilir. Başa geçtikten ve İran-Irak Savaşı sırasında dinin önemini idrak etti. Şahsi ve ferdi bir dindarlığa yöneldi. Şiilerce bu bir gösterişten ibaretti. Bu dönemde Saddam ferdi ve şahsi dindarlığa müsade ederken Şii olsun Sünni olsun örgütlü olanı hep yasakladı. Elbette Şiiler karşısında farklı bir mezhebi gruptan gelmenin kompleksini hep üzerinde taşıdı. Karşılıklı bu kompleks milyonların hayaına mal oldu. Şiiler hep bunu Saddam’ın Sünniliğine delil saydılar. Halbuki, Saddam Sünni ise bu özel Baascı bir Sünnilik anlayışı olmalıdır. Devrik Şah’ın Şii olması gibi. Aslında bütün belaların nedeni yanlış bir idare anlayışı ve bunun doğurduğu karşılıklı güvensizliktir. İran-Irak savaşında özellikle dinî sembollere yöneldi. Bol bol namaz kılarken fotoğraflar çektirdi. Irak’ın babası dindarlığı seçmişti. Geniş Irak ailesinin reisiydi o. Sedat da tam böyle idi. Başka ortak noktaları da vardı. Sedat 1973 savaşından sonra Camp David anlaşmasını imzalamıştı ve bundan dolayı da yeni bir ünvan elde etmişti. Savaşın ve barışın kahramanı. Saddam da Sedat’a özendi. Ama birisi askerleri tarafından diğeri de işgalciler tarafından infazla karşı karşıya kaldı.
***
Irak-İran savaşının ardından ve Kuveyt’ten de atılmasının ardından 12 yıllık bir ambargo rejimiyle karşı karşıya kaldı. Halkının buna dayanması ancak dine yönelmek ve Allah’a sarılmakla olabilirdi. Saddam bu dönemde halkıyla birlikte daha da dindarlaştı. Cami, türbeler inşa etti ve kanıyla Kur’an yazdırdı. İşte bu sıralarda Hüseyin Hakim’in de ifade ettiği gibi yeni bir sıfat kazandı: Er-Reis el mü’min. İnançlı ve imanlı başkan. Özal’ınkiyle söylersek dindar cumhurbaşkanı. Sedat veya Saddam karşıtlarına göre bu sıfatlar zaid olabilir. Nitekim Sedat’ın infazından sonra onun katili Halid İstanbuli’nin adı Tahran’da bir caddeye verildi. Saddam’ın infnazı için sabırsızlananların başında da yine Tahran geliyor. Ama ‘dindar cumhurbaşkanı’ sıfatını bugün onlarla paylaşan bir başka bölge lideri daha var: Beşşar Esad. Camilerde ve hutbelerde hakkında bu tür sıfatlar kullanılıyor. Caddelere taşmasa da camilerde böyle bir sanı var. Acaba Sedat, Saddam gibilerin dindar cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkanların Esad için de bir söyleyecekleri veya itirazları var mı? Netice itibarıyla bu sıfatın kullanımında siyasi bir boyut varsa da ayrımında da siyasi bir boyut vardır. Sedat dindar bir cumhurbaşkanı olarak ilim ve iman bağlamından bahsederken Özal bilgisayar ve Kur’an parolasını öne çıkarıyordu. Saddam yargılanırken bir elinden Kur’an düşmüyor. Yine gösteri yapıyor olabilir. Ama samimiyetsizliğini nereden anlayacağız? Velhasıl, yanlış veya doğru dindarlık bir kalıba hasr ve hapsedilemez. Hayat bizim düşündüğümüzden zengin, derin ve dolayısıyla çok daha karmaşıktır.
09.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|