İçimiz ve dışımız. İki hayatımız var.
“Sadece ben iç dünyam ile ilgilenirim, dışım beni ilgilendirmez” diyemeyiz. “Dış dünyam var. İç dünyam ile ilgilenmem” de diyemeyiz.
Çoğu zaman fırtınalar iç dünyamızda canlanır. Kalp, akıl, vicdan, insaf, hafıza gibi görünen veya görünmeyen duygular adeta bir meydan savaşı verirler. İçte yaşananlar dışarıya yansır.
Dış dünyanın genişliğine, iç dünyanın küçüklüğüne bakıp, iç dünyayı hafife alamayız. Her şey orada şekillenir. Orada planlanır. Orada hareket alanları tesbit edilir. Seyyar bir âlemdir insan bu bakımdan. Adeta küçültülmüş bir kâinat gibidir. En mükemmel bir şekilde yaratılmıştır. “Şurasında şu olsa idi” diye bir faraziyede bulunamazsınız. Allah insanı en ideal mânâda, en güzel biçimde yaratmıştır.
“Ey nefis! Kâinatın uzak çöllerine gidip, Sani’in (Yaratanın) ispatına delil aramaya gerek yoktur. Bir kulubecik olan kendi bedenine bak” diyen Bediüzzaman Hazretleri, bizi iç dünyamıza çağırıyor.
Vücudumuz baştan başa mükemmellikler ile dolu, mucizeler ile dolu.
İç dünyamızı Kur’ân’ın ve imanın hakikatleri ile doldurduğumuz zaman, hayata bu projektör ile bakmaya başlıyoruz. Hadiseleri ve dış dünyadaki olayları bir bir tasnif edebiliyoruz. “Acaba böyle yapmak doğru mu?” diye bir kuşkumuz olmuyor. Çünkü iç ve dış dünyamızdaki yaşanacak hallerin bir plan ve programı var artık elimizde.
Böyle bir projesi olmayan insanların bir hallerine bakınız. Ne kadar garip. Ne kadar çaresizler. Bakıyoruz, görüyoruz.
09.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|