Henüz on yedi aylık bir mâsum yavrunun mâruz kaldığı "vahşî sapıklık" karşısında ne diyeceğimi, ne yazacağımı bilemiyorum.
Bu vahşeti lânetlemek için kelimeleri kifayet etmediğine inanıyorum.
Yaklaşık bir haftadır, hemen her gün oturup bu konuda bir şeyler yazmak istedim. Ama, elim bir türlü varmadı.
Yazmak niyetine her girdiğimde, elim titremeye, vücudum sarsılmaya başladı. Gözyaşlarına hakim olamadım.
Şu anda bile hiddetimden titreyerek, şefkatimden sarsılarak yazıyorum. Gözlerim dolup dolup boşalıyor.
Yazıyı nasıl tamamlarım, onu da bilmiyorum. Ama, sözü fazla uzatamayacağımı iyi biliyorum.
Zira, işlenen bu vahşeti düşünerek sükûnet bulmak mümkün değil.
* * *
Bugün içinde bulunduğumuz toplumda, öyle cinayetlerler işleniyor ki, o vahşet karşısında vahşî canavarlar mâsum kalıyor.
Evet, bir canavar hayvan dahi yapamaz böyle bir şeyi diye, düşünmeden edemiyorsunuz.
Cidden, insanoğlu alçaldı mı, hayvandan da yüz derece aşağıya düşer.
Tıpkı, dün 33. vefat yıldönümünü idrak ettiğimiz şair Faruk Nafiz Çamlıbel'in şu mısralarında ifade ettiği gibi:
Adem evlâdı boğarken baba bir kardeşini
Basıyor bağrına hemcinsini müşfik canavar
Beşerin zıddına hayvan soyu insanlaşıyor
Kişinin şefkati yok, lâkin itin şefkati var.
* * *
Bir hafta önce İzmir taraflarında henüz 1.5 yaşındaki o mâsum yavruya yönelik işlenen "cinsî vahşet" sapıklığı karşısında, her tarafta şefkat kahramanı olan kadınların çığlığı, feryâdı yükseldi.
İşte, geçen günkü Hürriyet'e yazan o hanımlardan biri, milyonlarca kadının hissiyatına şu sözleriyle tercüman olmuş: "17 aylık talihsiz bebeğimizin başına gelenleri duyunca, bunu yapan sapıklara yeterince lânet yağdırdım. Öyle ki, artık nefesim kalmadı. Kelimeler de kifayetsiz kalıyor. Dilerim Allah’tan ki, bu caniler uzun yaşasınlar ve her türlü acıyı bağıra–ağlaya doyasıya tatsınlar. Ölmek için her türlü yolu denedikleri halde, ölemeyip sürünsünler... Benim imkánım olsa, o yavruyu evlât edinir, hayatımı ona adardım. Umarım imkánı olan birileri bunu yapar. O yavrumuza bu kötülüğü yapan insan bozuntularının en yüksek cezayı almaları için, nerelere başvurmak gerekiyorsa başvuralım."
* * *
Bu arada, cinsî arzuları, şehevî duyguları tahrik ede ede insan bozuntularını alabildiğine azgınlaştıran bir kısım basın–yayın odaklarının da, bu cinayetlerdeki payını unutmamalı.
Bütün bu hadiseler gösteriyor ki, hakikaten dehşetli bir çağda yaşıyoruz. Cidden, kavimleri helâke götüren haramlar, günâhkârlıklar işleniyor.
Bu ümmete helâk cezası verilmediği için, adım adım kıyâmete doğru yaklaştığımızı fark ediyoruz.
Yarınımızdan büsbütün ümitsiz değiliz. Ancak, açıkça görüyoruz ki, içinde bulunduğumuz şu Müslüman toplum, bir yandan günden güne dindarlaşırken, bir yandan da aynı bünyenin içinde yeni yeni caniler, sapıklar türemeye başlıyor.
Yani, çift yönlü, zıt yönlü bir gelişme yaşanıyor günümüzde.
Cenâb-ı Hak, bizleri bu zamanın her türlü fitne–fücûrundan muhafaza eylesin.
Gelişmeler
Demokratların zaferi
ABD'de yapılan seçimlerde Temsilciler Meclisi'nde Cumhuriyetçilere (Bush) galip gelen Demokratlar, valilik seçimlerinde de çoğunluğu sağlamayı başardı.
Atina'da cami
Yunanistan parlamentosu, Atina'da cami inşa edilmesine dair kànun tasarısını oy birliğiyle kabul etti.
Sigarayı bırakma rehberi
Sağlık Bakanlığı tarafından, sigara içenleri bırakmaya teşvik etmek ve bilgilendirmek maksadıyla güzel bir "rehber" hazırlandı. Rehberde, hayli etkileyici yönenldirme ve tavsiyeler yer alıyor.
Deprem
Faydan pay kapmak
Birbiriyle zıtlaşan deprem tartışmaları bitmek bilmiyor.
İşin içinde rant hesaplarının olduğu yönünde ciddî iddialar var.
Hay Allah. Fay hattı, sonunda pay hattına mı dönüştü yoksa?
Günün Tarihi
Hükümet Masonlaştı; Loca'ya gerek kalmadı
9 Kasım 1935: Türk Mason Birliği, bir bildiri yayınlayarak, faaliyetine son verdiğini ve mallarını da Halkevleri’ne bağışladığını duyurdu.
Türkiye'de Masonluğun Tarihçesine baktığımızda, bu döneme ilişkin olarak Masonların kendi resmî kaynaklarında aynen şu bilgilere rastlamaktayız:
1935 yılında Türk Yükseltme Cemiyeti adı altında dernek statüsünde çalışan Türkiye Büyük Locası kendi çalışmalarını bizzat kendisi tatil etmiştir.
Atatürk, aynı zamanda Mason olan dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüşür ve ondan Masonların üst düzey yöneticilerine genel durumu açıklamasını ve yasaya gerek olmadan kendi kendilerini tatil etmeleri mesajını iletmesini ister.
Sonunda, Mason yöneticileri tarafından imzalanan bildirge Anadolu Ajansı tarafından şu şeklilde yayınlanır:
“Mes’ul ve maruf imzalar altında Ajansımıza verilmiştir. Türk Mason Cemiyeti memleketimizin sosyal tekamülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini dikkate alarak ve Türkiye Cumhuriyetinde hakim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek faaliyetine, bu hususta hiç bir kanun olmaksızın nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketimizin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberruu muvafık görmüştür.”
Ayrıca Şükrü Kaya, hükümet adına kamu oyuna yaptığı resmî açıklamada “Türk Masonları kendi ideallerinin hükümetin esas programına dahil olduğunu görerek, kendi teşkilâtlarını kendileri fesh etmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiç bir teşebbüsü ve alakası yoktur” diyerek durumu belirtmiştir. ("mason.org.tr"den iktibas)
Bu tarihî gerçek karşısında, Mason Locasının o tarihte niçin ve ne maksatla kapatıldığı dahi iyi anlaşılıyor. O zamanki hükümet, Masonların yapmak istediği her faaliyeti bizzat kendisi üstleniyor ve adeta "O şeref bana ait" dercesine, masonluğu da aşan tuhaf bir tavır sergiliyor.
09.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|