Türkiye’nin son yüz-yüz elli yıldır devam eden meşhur bir “çağdaş Türk insanı yetiştirme projesi” vardır. Hakim zihniyet her ne kadar Osmanlı’nın döneminde yetkilerinin tam olmadığından yakındı ise de, sonraki dönemde sorgusuz sualsiz dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş şekilde her şeyde tam söz sahibi oldular. Yetişen nesillere bakıldığında bu projesinin başarı ya da başarısızlık macerası ilginçtir. Dünya standartlarına bakıldığında düşük millî gelir, içten ve dıştan sistematik bir soygun düzeni, ihtilâl-darbe ve demokrasi çelişkileri, zaman zaman zayıflamakla birlikte hiç bitmeyen bir terör ve eğitimdeki imkânsızlıklar ve dengesizlik gibi neticelere göz atıldığında projenin çok üzücü noktalara geldiğini görmek mümkün. Teselli veren kısımların ise projede kastedilmeyen ve hedeflenmeyenlerin yani imalat hatası ile meydana gelmesi ise ayrı bir tezat.
Malûmunuz çağdaş Türk insanı yetiştirme projesi, manevî değerlerin bir tarafa itildiği, ahlâkın dinden tecrid edildiği güya Batılı tarzda bir insan modeliydi. Gözden kaçırılan noktalar, en başta Batı insanı ile Doğu insanının mizaçlarının farklı olduğu, ikincisi ise Batının, kilisenin yetkilerinde değişikliğe gitmekle birlikte dinî hiçbir zaman terk etmediğiydi. Hıristiyan kimliklerini çok vurgulamamalarının sebebi, dinleriyle fazla ilgilerinin olmadığından değil, diyaloglarda ortak noktalara daha çok dikkat etmeleridir. Yoksa Filistin veya Irak gibi İslâm ülkelerinde yaşananların yüzde biri bir Hıristiyan ülkesinde yaşansa Hıristiyan dünyası ayağa kalkar dünyanın altını üstüne getirirdi. Yani “Avrupa dinini terk etti, biz de aynısını yapalım” demek büyük bir hata ve bu millete bilerek ya da bilmeyerek yapılan büyük bir ihanettir, milletin iç huzuruna konulmuş bir dinamittir, can damarlarını kesmektir.
Gerçekte eskileri yanıltan en önemli husus, eğitimde sonuçların otuz kırk sene sonra görülüyor olmasıydı. O zamanki yöneticilerin elinde, halkıyla devletiyle, genciyle yaşlısıyla Osmanlı terbiyesinden geçmiş, İslâmî eğitimi almış, bir çok kültüre aşina ve hoşgörü sahibi, cihanşümul düşünebilen, global bakan, devletini ve milletini seven, İslâm ahlâkına sahip bir nesil vardı. Maalesef Osmanlı mirası hoyratça ve acımasızca harcandı. Bin küsur yıldır çok kültürlü bir ortamı yöneten bir millet şimdi kardeş kavgasını yok etmeyi değil, terörle yaşamayı öğrenmeye çalışıyor?
O zamanın yöneticileri ve karar mercileri bu sonuçları göremedi mi, yoksa “bizden sonra tufan” mı dediler, bilemiyoruz. Ama bilinen bir şey var ki o da, demokrasiye geçilinceye kadar dini hatırlatan her türlü ikaza karşı kulakların tıkalı olduğudur. Sonraki dönemde olumsuzlukların acı sonuçlarının görülmeye başlamasıyla bazı yasaklar kaldırılmış, toplumun toptan çöküşü önlenebilmiştir. Çöküş kısmen önlenebilmiş, ama en basit dinî hürriyetlere dahi şiddetle karşı çıkmak gibi baskıcı anlayışların varlığı sebebiyle tehlike hiçbir zaman geçmediği gibi bir çok olumsuzluklar da devam etmektedir.
Aslında içerde görülen, kültürdeki erozyon, millî kimlikteki yıpranma ve ahlâkî çöküş kendisini dışarıda daha da net olarak göstermektedir. Meselâ son yarım asırdır yurt dışına gerek ekonomik sebeplerle gerekse siyasî sebeplerle çok sayıda vatandaşımız gitmiştir. Fakat gidenler Batı Avrupa, Kıbrıs, Ortadoğu ve Orta Asya gibi bölgelerde büyük sıkıntılar yaşamışlar, tepkilerle karşılanmışlardır. Halbuki eski asırlarda Anadolu insanı çeşitli vesilelerle gittiği veya devlet tarafından yerleştirildiği bölgelerde büyük bir hürmet görmüş ve itibar sağlamıştı.
Kim bilir, belki de bu bölgelerdeki insanlar karşılarında basit arzularının peşinde koşan, millî aidiyetin ve kimliğin farkında olmayan insanlar yerine, bir zamanlar dünyaya adaletle hükmetmiş millî bir kimliğin ve şanlı bir tarihin şuurunda olan, ahlâkî yaşantı ve ticarî dürüstlük gibi pek çok konuda kendisinden ilerde bir Anadolu insanı bekliyordu.
Geçen asırda bir cihan devletine son verenler, bölgede kendilerine asla bir rakip istememekte hâlâ ısrarlılar. Bizi hem içte, hem de dışta bu şekilde ablukaya alanlarla, ahlâkî değerleri yok sayan politikaları bize dayatanların aynı kabdan içtiklerinde tereddüt etmemek gerekiyor. Fakat yine de tüm olumsuzluklara rağmen akl-ı selimin galip gelerek, hem bölgenin, hem de dünyanın huzuru için tarihî rolümüzü ekseriyetin kabul edeceği günlerin fazla uzakta olmadığına inanıyoruz.
22.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|