“Kadınlar çalışmalı mı, çalışmamalı mı?” türünden bir soru sorsak ne olur acaba? Çalışanların büyük bir bölümü: “Çalışmamalı, ama bu hayat şartlarında mecbur” derken, ev hanımlarının azınlık kısmı “Çalışsalar daha iyi. Hiç olmazsa ekonomik özgürlüğünü kazanırlar” türünden yorumlar yaparlar.
Yorumlar her ne olursa olsun kadın çalışırken evet ekonomik özgürlüğünü kazanır, ama kadınlık özgürlüğünü kaybediyor. Hele bu kadın anneyse. Yükü epey ağırlaşmış bir şekilde iki büklüm yaşıyor hayatın içinde. Bir yandan ev işleri, çocukların ilgisiz sevgisiz, kreş köşelerinde büyümesi. İlgi görmeyen eş. Sürekli problem çıkaran anlayışsız kişiler derken sonuç hüsran.
Ancak ihtiyaçlar mecburiyeti aşıp, her şey ihtiyaç olunca çalışmadan da yapamıyorlar. Kazanılan para da, yarım yamalak analık yapan, bakıcı, kreş anaokulu gibi yerlere gidip elde avuçta bir şey kalmıyor.
Hepsinden acı sevgisiz, ilgisiz büyüyen, küçük yaşlarda psikolojisi bozulup, depresyona giren çocuklar toplumun içine girip yetişiyorlar.
Bu konu oldukça uzun bir konu, bir başka yazıda detaylarına girmek istiyorum.
Ancak aşağıya aldığım hikâye, çalışan bir anne ve çocuğunun yaşadığı dramı açık bir dille nazara veriyor. Keşke anneler annelik gibi bir kutsal görevi her şeyin üstünde görüp, iktisatla yaşamayı başarabilseydi...
“Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı:
“‘Anne, biliyor musun bugün yuvada ne oldu?’
“‘Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum.’
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Her şey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu olduğunda. Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitsindi? Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti.
“‘Sana yardım edeyim mi?’ dedi en sevimli halini takınarak. Annesi mânâlı mânâlı baktı.
“‘Hayırdır. Bir yaramazlık filan? Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten...’
“Yorgunluk nasıl bir şeydi? Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır, ‘Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni’ diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
“‘Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.’
‘Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.’
“Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan... Böyle yorgun yorgunken...
“‘Anneciğim sen yorulma diye...’
“‘Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lâzım. Hadi sen oyna biraz.’
“‘Hani siz yoruluyorsunuz ya...’
“‘Eeee.’
“‘Ben de oynamaktan yoruluyorum.’
“‘Ne yapayım?’
“‘Bilmem...’
“Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
“Işıklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye başladı. ‘Mum da yok’ diye diye karıştırdı dolapları el yordamı ile.
“Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafesi yaptı. ‘Bak deli tavşan’ diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı. Neden sonra ışıklar geldi.
“Kadın çocuğun hiç konuşmadığını fark etti birden. Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı. Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu. Çocuk sanki bu öpücüğü bekliyormuşçasına:
“‘İşin bitince beni sever misin anne?’ dedi.
“Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.”
21.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|