Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onları tevkif edin; çünkü hesaba çekileceklerdir. Hani, niye birbirinize yardım etmiyorsunuz?

Sâffât Sûresi: 24-25

21.11.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Terazi, Rahman olan Allah'ın elindedir. Bazı milletleri yükseltir, bazılarını ise alçaltır.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3802

21.11.2006


Rus da dinsiz kalamaz

İki dehşetli Harb-i Umumînin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle, kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’ân’a kılıç çekemez.

Emirdağ Lâhikası, s. 311

***

Hem de hakikat bize bildiriyor ki, mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyemâ, uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzet olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline neşvünemâ verecek ve istimdatgâhı olacak noktayı, yani Dîn-i Hak olan dâne-i hakikati elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki, herkeste Dîn-i Hakkı bulmak için bir meyl-i taharrî uyanmıştır. Demek istikbalde nev-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına berâetü’l-istihlâl vardır.

Münâzarât, s. 86

***

Elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün rûh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.

Sözler, s. 141

Lügatçe:

intibah-ı kavî: Kuvvetli uyanış.

küfr-ü mutlak: Mutlak inkâr.

musalâha: Barışma.

lâsiyyema: Özellikle.

mütenebbih: Uyanmış.

gayr-ı mahdud: Hudutsuz, sınırsız.

âmâl: Emeller, arzular.

meyl-i taharrî: Araştırma meyli.

berâetü’l-istihlâl: İyi bir alâmet, güzel bir başlangıç.

21.11.2006


Başkalarının da imanını kurtarmakla mükellefiz

—Dünden devam—

* Kim olursa olsun, imanı olan herkesin birbiriyle kardeş olduğunun şuurunda olmak.

* Allah’ı bilen birisi için, her şeyin mevcut olduğunu; Allah’ı bilmeyen için ise, her şeyin ölü olduğunu bildirmek.

* Şefkatini, Allah’ın merhametinden daha ileri sürmenin, insana elem ve azap çektirdiğinin şuurunda olmak.

* Mesleğimizin, tecavüz değil müdafaa olduğunu bilmek.

* Mesleğimizde, tam ihlâstan sonra en büyük esasın, sebat ve metanet olduğunun bilincinde olmak

* Milyonlarla masumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Hâlık-ı Kâinat’ın kudret ve rahmetine dayanmanın, ehl-i Kur’ân’a farz ve vacip olduğunun şuurunda olmak.

* Müsamahayla birbirine bakmak.

* İmana hizmetin, hizmete ciddî devamla olduğunun şuurunda olmak.

* Sadaka belâyı def ettiği gibi, Risâle-i Nur’un da Anadolu’dan, âfât-ı semâviye ve arziyenin def'ine vesile olduğunu bilmek.

SORUMLULARA DÜŞEN GÖREVLER

Üçüncü olarak da yetkili ve sorumlu kişilere, bilhassa da Nur Talebelerine düşen sorumluluk ve görevleri hatırlamaya çalışalım.

* Asrın bu yangınında ve fırtınalarında kalp selâmeti, ruh istirahatini muhafaza eden ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rıza olduğunun bilinmesi gerekir.

* Karşı fikirde olanlara düşmanlıkla karşılık vermemek.

* İnsanların her derdine ilâç olan Risâle-i Nur ve iman hizmetiyle meşgul olmanun, sıkıntı ve belâların def'ine bir vesile olduğunu bilmek.

* Bu zamanda, hususan bu sıralarda, Risâle-i Nur şakirtlerinin tam bir metanet ve tesanüde dikkat etmeye muhtaç olduklarını bilmek.

* Risâle-i Nur’a çalıştıkça, yaşamakta kolaylık ve kalbde ferahlık ve geçim derdinde kolaylık olduğunu bilmek.

* Hem Risâle-i Nur’un has talebeleri, bâkî elmaslar hükmünde olan iman hakikatleri vazifesi içinde iken zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla kudsî vazifelerinde gevşememeleri ve fikirlerini onlarla bulaştırmamaları gerektiğini bilmeleri gerekiyor.

* Risâle-i Nur talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz olan iman hususunda, birbirine selâmet-i iman hakkındaki samîmî, masum lisanlarıyla duâlarının tamamı öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmetin onun reddine müsaade etmiyor.

* Her Nur Talebesinin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir.

* Risâle-i Nur talebelerinin vazifeleri iman olduğundan, hayat meseleleri onları çok alâkadar etmemeli ve merakla baktırmamalı.

* Risâle-i Nur talebelerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribâta ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmaktır.

* Risâle-i Nur’un yalnız cüz’î bir tahribâtı, küçük bir haneyi tamir etmediğini, belki çok büyük bir tahribâtı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ettiğini idrak etmek.

* Risâle-i Nur’un hakikî talebeleri, dinî neşriyatlarında ve sünnete uymalarında, ibadetlerinde ve günahlardan kaçınmadaki takvâlarında, Kur’ân hesabına vazifedar sayıldıklarının şuurunda olmalıdır.

* Risâle-i Nur talebeleri, manevî mücahedeleriyle, inşaallah Sahâbe zamanındaki gibi, az amelle pek büyük sevap ve sâlih âmele sahip olabileceklerinin farkında olmalıdır.

* Zaman ve zemin, Risâle-i Nur’un müsbet mesleği; ehl-i bid’a ile, değil fiilen, belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmaya müsaade etmediğini bilmek gerekir.

Sözün kısası, kitap ve ciltlere sığacak kapasitede olan bu geniş ve derin mevzuyu bir kaç satıra ve makaleye sığdırmak mümkün değil. Biz burada Risâle-i Nur külliyatından toplayabildiğimiz bazı hakikatleri konu başlığıyla uyuşturmaya ve örtüştürmeye çalıştık. Erbâbının çok daha geniş ve kapsamlı araştırmalar yaparak, başta ülkemiz insanı olmak üzere İslâm ve insanlık âleminin önünü açacak çareler üretmesi dilek ve temennisiyle.

SON

Nejat EREN

21.11.2006


Sorularla Risale-i Nur

Tevekkül ile tembellik arasındaki nüans nedir?

Tertib-i mukaddematta tefvîz tembelliktir; terettüb-ü neticede tevekküldür. (Mektubat, s. 461)

***

Tevekkül, esbâbı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbâbı dest-i kudretin perdesi bilip riâyet ederek; esbâba teşebbüs ise, bir nevi duâ-i fiilî telâkkî ederek; müsebbebâtı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibârettir. (Sözler, s. 284)

***

Esbâbı tamamen ihmal ve terk etmek iyi değildir. Çünkü, o zaman Cenâb-ı Hakkın hikmet ve meşietiyle kâinatta vaz edilen nizama karşı bir temerrüd çıkar. Evet, daire-i esbabda iken tevekkül etmek, bir nevî tembellik ve atalettir. (İşârâtü’l-İ’câz, s. 28)

***

Atâlet, vücud içinde adem, hayat içinde mevttir. (Sözler, s. 671) Atâlet ademin biraderzadesidir. (Mektubat, s. 463)

Lügatçe:

tertib-i mukaddemat: Başlangıçta yapılması gereken düzenlemeler.

tefvîz: İşi başkasına havale etme. (tas.) İşi Allah'a havale etme.

terettüb-ü netice: Netice olarak ortaya çıkma.

esbâb: Sebepler.

dest-i kudret: Kudret eli.

duâ-i fiilî: Fiilî duâ, istenilen bir şeyin vücuda gelmesi için gerekli sebeplere teşebbüs etme.

müsebbebât: Neticeler.

meşiet: İrade, dileme, isteme.

vaz: Koyma, kurma.

temerrüd: İnat.

daire-i esbab: Sebepler dairesi.

atâlet: Tembellik.

adem: Yokluk.

biraderzade: Kardeş oğlu, yeğen.

21.11.2006


ESMA-İ HÜSNA

Mürettib

Allah (c.c.), Mürettib’tir. Yani her şeyi yerli yerince yaratır, donatır, düzene koyar, tanzim ve tertip eder. Kâinattaki her şey, bizzat ve bilfiil Cenâb-ı Hakkın tertip buyurduğu muazzam bir düzen ve nizama boyun eğmektedir.

Mürettib ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebir’de vârit olmuştur.1

Bütün kâinatın tertip ve düzeninde, nizam ve intizamında ve yaratılıp donatılmasında Mürettib isminin iktizâsıyla tedricîlik ve bir süreç söz konusu olduğunu ve dünyada îcat için zamana, müddete, maddeye ve süreye ihtiyaç bulunduğunu beyan eden Bedîüzzaman, doğrudan kudretin hâkim olacağı âhirette ise her şeyin zamansız îcat edileceğini ve bir emirle derhal meydana geleceğini kaydeder.2

Bedîüzzaman’a göre, güzel şeyler kendi zâtları adına değil, tertip eden Sânileri ve Yaratıcıları hesabına benimsenmelidirler. Yani her güzel şey, “Ne güzeldir!” değil, “Ne güzel yapılmış!” tarzında sevilmelidir. Bu sevgi, binler defa daha yüksek ve daha mukaddes güzelliklere, daha güzel cemâl perdelerine kapı açacaktır. Çünkü güzel eserler, Cenâb-ı Hakkın fiillerinin güzelliğine; fiillerin güzelliği isimlerinin güzelliğine; isimlerinin güzelliği sıfatlarının güzelliğine; sıfatlarının güzelliği de, Cenâb-ı Hakkın Kendi Zât-ı Akdesinin emsâlsiz güzelliğine karşı kalbe yol açmaktadır. İşte muhabbet bu sûrette olursa hem eşsiz ve hadsiz bir lezzet vermekte, hem ibâdet hükmünde olmakta, hem de tefekkür niteliği taşımaktadır.3

(Risâle-i Nur’da Esmâ-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 258

2- Sözler, s. 106; Şuâlar, s. 39

3- Sözler, s. 588

21.11.2006


Münâcâtü'l-Kur’ân

TÎN:

1. Ey Tûr-i Sînâ’ya ve emin bir belde olan Mekke’ye yemîn eden, insanı en güzel bir şekilde yaratan! (2-4)

ALÂK:

1. Ey kalemle yazmayı öğreten ve insana bilmediğini bildiren! (4-5)

2. Ey dönüş Kendisine olan! (8)

21.11.2006


Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden

“Bir genç dinsiz olmuş” haberi karşısında...

Teessür ve ıztırap karşısında kalbden bir parça kopsaydı, “Bir genç dinsiz olmuş” haberi karşısında o kalbin atom zerrâtı adedince param parça olması lâzım gelir. İşte sizin vereceğiniz beraat kararı, İslâm gençliğinin, İslâm dünyasının bu dehşetli âfetten tesirli bir şekilde kurtulmasına sebep olacaktır. Ve beni Bediüzzaman ve onun eserlerine kopmaz bir bağla bağlayan sâikten biri de budur.

Risâle-i Nur’un serbestiyetine vereceğiniz beraat kararı, bütün Türk gençliğini ve bütün Müslümanları dinsizlik fecaatinden kurtaracaktır. Zira yüksek hakikatler hazinesi olan Risâle-i Nur, şeksiz ve şüphesiz, elbette bir gün olup bütün dünya âleminde tanınacaktır.

Bu itibarla sizler insanlığın takdirine mazhar olacaksınız. Sizin vereceğiniz beraat kararı, hal ve istikbalde nesilleri minnettar ve müteşekkir edecek ve Risâle-i Nur okunup azîm faydalara nail olundukça takdirle yad edileceksiniz.

Sakın zannetmeyiniz ki, samimî olarak söylediğim bu sözlerimle riyakârlık yapılıyor. Asla ve kat’iyen! Çünkü Bediüzzaman’ın mahkemesinde hiçbir kimseden korkmuyorum, çekinmiyorum.

(Afyon Mahkemesi

müdafaasından, 1948)

21.11.2006


Nur'un dilinde Risale-i Nur

Otuz Birinci Söz

“Otuz Birinci Söz Mi’rac-ı Muhammedî Aleyhissalatü Vesselâm’ı delâil-i akliye ile makûl ve kat’î bir sûrette ispat etmiştir” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 103) ve “zeyli kıymettardır”

(Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 121)

Fatma ÖZER

21.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004