Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 20 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

17. Millî Eğitim Şûrâsı

İçinde bulunduğumuz günler ülke gündemi ve geleceği için çok önemli kararların alındığı günler olmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz hafta yapılan AKP Kongresi ile Başbakan Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı adaylığına bir adım daha yaklaşırken, birkaç gün önce çalışmalarını bitiren “17. Millî Eğitim Şûrâsı”nın tesirleri önümüzdeki yıllarda kararlar uygulandıkça ortaya çıkacaktır. Şûrâ konusunda iyi ve başarılı çalışmalar yapılıp yapılmadığını mutlaka zaman gösterecektir. Fakat, 28 Şubat soğuk rüzgârlarının ilk defa bundan önceki Şura’da estiğini hatırlamak gerekiyor.

Şûrâ Başkanı ve aynı zamanda MEB Müsteşarının marifetiyle istenilen kararları çıkaracak kadrolar ustaca manevralarla Şûrâya dâvet edilmişti. O zaman bu yapılanlar bugünkü şûrâyı eleştirenlerce hiç de anti demokratik bulunmamış, aksine alınan kararlar millete dayatılarak, allanıp pullandırılmıştı. Ardından 8 yıllık kesintisiz eğitimin Meclis’ten geçirilmesi için milletin acı çektiği günlerde, olağan üstü vergiler koyulmuş, buna rağmen toplanan vergiler zamanın beceriksiz yönetimleri tarafından memur maaşlarının ödenmesinde veya çocukların eğitimlerine harcanmak yerine repoya yatırılmakla övünülmüştü.

17. Millî Eğitim Şûrâsının ne kadar önemli olduğunu 17 Kasım tarihli Cumhuriyet gazetesinin başlığından da anlamak mümkün. Gazete, Eğitim-Sen ve DİSK’in şûradan çekilmesini TİSK ve TÜSİAD eleştirilerine sığınarak duyurdu. Yani, şûrânın kararları Eğitim-Sen ve DİSK varsa geçerlidir, sömürü düzenini temsilcileri olarak gördükleri TİSK ve TÜSİAD yerinde görürse uygundur, noktasına gelmişlerdir.

İnsanlar ve kurumların her şeyden önce demokrat ve hakperest olmaları gerekiyor. Bir yerde zulüm olduğunda en azından “evet burada bir zulüm ve haksızlık vardır” diyebilmek gerekir. Siz “vücut gelişimi için 7 yaşında bale eğitim gerekir, fakat dini terbiye almak için 14 yaş veya yaz tatili gibi şartlar” getirip, milletin kendi çocuğuna kendi dinini ve örfünü öğretmesini zorlaştırmaya çalışırsanız, nehirlerin yukarı doğru akmayacağını eninde sonunda görürsünüz. Görmek istemezseniz gözlerinizi yummanız gerekir veya kör taklidi yapmanız gerekir ki, milletten bunu beklemeye hakkınız yoktur.

Kaldı ki Millî Eğitim Şûrâ kararları tavsiye nitelikli kararlardır, bunları uygulayacak olan hükümetlerdir. İmam-hatipliler başkalarıyla birlikte bir haktan faydalanacak diye “tüm kararlardan ve Şûrâ’dan küstüm, oynamıyorum” deyip çekip gitmek çocuklara yakışır, eğitimcilere değil. Aykırı bile olsa gelir fikrinizi söyler, kendinizi ifade edersiniz.

Kendinizi ifade edip, “Benim istediğim olmuyor” demek, şûrâ zemininden ayrılmak hangi eğitim kuramına uygun bir duruş olmuştur. Hem sonra nerede kaldı diyalekt yöntem? Şûrâlar zıt fikirlerin tartışılıp doğruların bulunduğu zeminler değil mi? Şûrû, Eğim-Sen görüşlerinin tasdik yeri mi? Şûrâ, çeşitli görüşlerin birbiri ile karşı karşıya gelerek en iyi fikir veya en iyi projenin benimsenmesi için bir yoldur. Hem bu İmam-Hatipliler vebalı mı? Bu solculuğun inatçı dik başlılığına da (bence) aykırı bir tavır.

Ayrıca, meslek liselilerin bir çok sorun dururken sürekli olarak imam hatipliler konusunu gündeme getirmek dolayısıyla, meslek liselileri de aynı zamanda mağdur etmeye devam etmenin anlamı nedir? Bu ülkenin tüm insanları eğitim ve fırsat eşitliği başta olmak üzere, eşit hak ve sorumluluklara sahip vatandaşlar olarak ötekileştirilmeden, bazı sivil ötesi toplum kuruluşları rahatsız olsalar bile, biz duygusunu yaşamak ve ifade etmek hakkına sahiptir.

Emin Talha KARAMUSA

20.11.2006


Öğrenci evinden “Sivil Toplum”a

Aslında toplumun “en sivil”i öğrencilerdir diyebiliriz. Sivil toplumun temel direklerinden birisi gençler, özelde üniversite öğrencileridir. Peki bu insanların bir arada yaşamaya mecbur olduğu ortamları nasıl?

Yazıya konu edilen öğrenci kitlesi, yaptığı işten—en azından—“Başkasının etkilenmesi muhtemel fiilleri, danışarak (istişare) yapan (fiiliyata döken) kesim”dir.

Bunun söylenmesindeki maksat; öyle öğrenciler ve öyle bekâr evleri var ki; beraber kaldıkları yıllarda yaptıkları işleri veya yapılması gerekenleri birbirlerine hiç danışmadan üniversite yıllarını sonlandırırlar. Bu gruba şimdilik diyecek söz(ümüz) yok...

Peki daha düzenli ve verimli bir öğrencilik hayatı geçirmek niyetiyle bir araya gelen, bu amaçla ev ahalisinin toplanıp durum değerlendirmesi, kısa vadeli de olsa gelecek planlaması yapılan, evde birlik ve beraberliğin sağlanması için toplu olarak sosyal faaliyetler planlanılan; evin temizliğinden, yemeği hangi gün kimin yapacağına kadar konularının belirlendiği evlerde durum nasıl?

Görevi zamanında ve olması gerektiği gibi yapanları müstesna tutarak, acaba diğer hane sakinleri neden bu hassasiyete sahip olmazlar?

“Kardeşim yemeğimi yaptım, bulaşığımı da yıkadım. Ee daha niye tatmin olmadınız ki?”

İlk bakışta görevini yapmış bir kumandan edası ile yapılan savunmanın arka planı nasıl acaba?

Hani yemeği yapacak kişi seti de temizleyecekti, ocağı da… Hatta yerleri de…

Tamam, ertesi gün diğer ev arkadaşı fedakârlık yapar, bir önceki günden kalan açığı kapatır. Ama nereye kadar? Topluma “Görevini tam yapmayan, ‘arazi olan’ bir birey” olacağı güne kadar…

Okul bitip toplumla “tam irtibatlı olacağımız gün” gelip çattığında görev bilinci eksikliği esas olarak zararlarını göstermeye başlar. Vücudun hasta olan organı, işlevini yapamadığı zaman tüm vücudu da etkiler.

Duvarda nizamsız duran tabloya benzer. Yıllarca öyle durduğundan nazarlar onu öyle görmeye alışmıştır. “Normali böyleymiş” diye bakılır. Ve intizamsız olarak görevini eda eder (edemez) .

Güzeli görmek isteyenlerin göz zevkini bozar, ‘intizamı sevenlere’ rahatsızlık verir, vücud misali; bütün can orada toplanır.

O zaman rehabilitasyona devam… Paylaşmakla… Sabırla…

Muhammed Said ÇAKIR

20.11.2006


Harran Üniversitesi

“Harran Üniversitesi, bilimsel yayınlarının çokluğuyla Türkiye’nin 78 üniversitesi arasında altıncı oldu.” Evet medyada geniş yankı bulan bu habere sevinilmeli. Çünkü, bu üniversite 1992 yılında kurulurken beklentiler, tarihî geçmişine lâyık, gelecekteki misyon ve vizyonuna uygun olması yönündeydi. Kendisine yapılan yatırımların hakkını vereceğine dair ümitler hiç kaybolmamıştı. Çünkü, temelleri sarsıntılara dayanacak şekilde sağlam atılmıştı. İşte o tarihlerde atılan tohumlar bugün çiçek açmakta ve ilerleyen zamanda da meyvesini verecektir.

Bilindiği gibi, Harran Üniversitesi ülkemiz için jeo-stratejik önemi büyük olan GAP Bölgesinde yer almaktadır. Belki de ileride Avrupa Birliği sınırlarının en uç noktası olacak olan bu Üniversitemiz, Ortadoğu ve Uzakdoğu’ya açılan bir pencere konumundadır.

Zaten bu özellikleridir ki, onu tüm ülke yönetimine gelenlerin ilgisine mazhar etmiştir. İnanıyorum ki, bu üniversite ile ilgili gelişmeler tüm ülkede de ilgi çekmektedir. Üniversitenin kurucuları ve böylesi başarıların geleceğine inanan insanlar henüz hayattadırlar; beklentilerinin bir nebze olsun gerçekleştiğini gördüklerini sanırım.

Elbette ki, bir üniversitenin gelişmişliğinde, uluslar arası kabul görmüş dergilerdeki bilimsel yayınların sayısının yanında, o yayınlara yapılan atıflar, yani o yayınların okunuyor olması; yörenin problemlerine bulunan çözümler; yaptırılan doktora ve master çalışmaları, öğrenci sayıları vs. gibi başka kriterler de söz konusudur. Ama onlar, genç Harran Üniversitesi bilim adamlarının bu başarısını tebrik etmeye engel değillerdir.

Bu sonuç, en azından öğretim üyelerinin kendi üzerlerine düşen görevleri bihakkın yerine getirdiğini göstermektedir. Dahasını da söyleyeyim, şu anda kendi meslekî alanındaki uluslar arası en önemli derginin en çok okunanlar listesinin (top 25) birinci sırasında yer alan bilim adamı da yine bu üniversitemizde kuruluşundan beri çalışmaktadır. Bu gibi gündemleri çoğaltmanın toplumun motivasyonunda da önemli katkısı olacağı açıktır.

Bir vefa borcu olarak da; “Harran Üniversitesi bizim için bir büyük rüyanın kalbidir,” “Harran Üniversitesi yolunu şaşıranlara, kafası karışık olanlara bir deniz feneri gibi yol gösterecektir” diyen 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i, “Harran Üniversitesi GAP’ın beyni mesabesindedir” diyen değerli siyaset adamlarımızdan Necmettin Cevheri’yi; değerli katkılarıyla eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Mehmet Sağlam’ı, kuruculardan Rektör Prof. Dr. Servet Armağanı, kurucu Genel Sekreter İsmail Benek’i ve daha nice akademisyen ve memur isimsiz kahramanları; sivil toplumuyla birlikte tüm Şanlıurfalıları hatırlamak ve kutlamak gerekir.

Ülkenin aslında kısır çekişmelere yol açan gündemler yerine bunun gibi güzel gündemlere ihtiyacı vardır. Medyanın bu tarz gelişmeleri sahiplenmesi üniversiteler arası pozitif rekabete de katkıda bulunur.

Ayrıca söz konusu sonuç, bu üniversiteye doktora yaptırma izni vermeyenleri de uyandırmalıdır. Ben inanıyorum ki, eğer çoğu bölüme lisansüstü eğitimler yaptırma izni alınmış olsaydı, üniversiteyi daha yukarılarda görmek içten bile değildi. Yurt içi ve yurt dışı üniversitelerde tahsilini tamamlayıp dönmüş bu kadar başarılı bilim adamları var, onlara doktora yaptırma izni dahi verilmiyor! Ve minel garaip!

‘Bir kurumun başarısında o kurumdaki her insanın payı vardır; başarısızlıkta ise en tepedeki yönetici sorumludur’ kaidesince, sadece bilimsel yayın sıralamasında değil; mahallî sempatiyi sağlamada, öğrenci sayısını on yıl öncesindeki seviyesinden çok daha yukarılara çıkartmada ve doktora çalışmaları yaptırma gibi kriterlerde de başarılı olunmalıdır ki, bilim adamlarımızın bu başarısı taçlandırılmış olsun.

Prof. Dr. Gürbüz AKSOY

20.11.2006


Sözde yarışma programları kaldırılsın

Son günlerde katıldığı televizyon yarışması sonrasında yüklü telefon faturaları ödemek zorunda kalan çok sayıda tüketicinin şikâyeti derneğimize ulaşmaktadır. Cazip hediye teklifi ve basit sorular karşısında verilen numaraları arayan tüketiciler dakikalarca hatlarda bekletilmekte ve sonrasında yüklü faturaları ödemek zorunda bırakılmaktadır.

Televizyon bir iletişim aracıdır ve bu amaçlar doğrultusunda kullanılmalıdır. Bu ve benzeri yarışmalar düzenlemek ise tüketicinin mağdur edilmesine neden olmaktadır. Muhtevasında tüketiciye hiçbir katkısı olmayan bu tür programlar kolay yoldan para kazanma gayesi güden bazı yurttaşlarımız için tahrik unsuru olmaktadır. Sesli yanıt sistemleri ile oyalanan tüketiciler yarışmayı kazanma hayali ile büyük ekonomik kayıplara uğratılmaktadır.

Ticarî çıkarlar gözetilerek yayınlanan, bir çok tüketicinin mağdur olmasına sepep olan ve son günlerde sayıları hızla artmakta olan bu sözde yarışmaların televizyon ekranlarından kaldırılması için RTÜK yetkililerini göreve dâvet ediyoruz.

Ömer KESER / Tüketici Hakları Merkezi Genel

20.11.2006


“Öğrenci Sendikası Girişimi”

GENÇSEN adıyla sendikalaşıyor. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) başlattığı girişim öğrencilerin ekonomik, akademik ve demokratik çıkarlarının korunması için mücadeleyi amaçlıyor.

Aralığın ilk haftasında İstanbul’da düzenlenecek geniş katılımlı bir forumla sendikanın çerçevesi çizilecek ve yasal süreç tamamlanacak.

Öğrenci sendikasının gündeminde, Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS), özelleştirme, sosyal-kültürel imkânların yetersizliği, burslar, barınma, beslenme, ulaşım problemleri, akademik kadronun yetersizliği, uyum, harçlar, yerleşkedeki teknik eksiklikler, bina-donanım eksiklikleri, mediko sosyal yetersizliği, güvenlik birimleri, polis, sivil polis, soruşturmalar, disiplin cezaları, kimlik kontrolleri gibi konular yer alıyor.

20.11.2006


Örgütsüz gazeteciler

AB İlerleme Raporu’nda yer alan gazetecilerin örgütlenmelerinde ilerleme olmadığı tespiti meslek örgütlerince değerlendirildi.

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) verilerine göre toplam çalışan gazeteci sayısı 14 bin 400 iken sendikaya üye olan gazeteci sayısı sadece 3 bin 995. Ancak 3 bin 995 gazetecinin de yaklaşık 500’ü toplu sözleşme gibi sendika haklarını kullanabiliyor.

Bianet’in haberine göre AB’nin tesbitine katılan gazeteci örgütlerinin dile getirdiği “özel” engeller şöyle:

*Medyada tekelleşmenin medyada getirdiği kuralsızlık,

*İşverenin sendika karşıtı tavrı,

*Gazetecinin işten atılma korkusu,

* “Örgütlenmeyin” demeyen yasaların örgütleneni korumaktan yoksun olması.

20.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004