Dünkü bilim adamlarının 50, Bediüzzaman’ın 150 yıl sonrası öngörülerine dair yazımıza kaldığımız yerden, Bediüzzaman’ın öngörülerinden devam ediyoruz:
“Acaba kurt konuşur mu?” diye bir şüphenin içimizden geçmemesi gerekir. Evvelâ bu bir mu’cizedir. Mu’cize, beşer üstü bir hâdisedir. Burada maharet konuşanda değil, konuşturandadır. Yâni, konuşma özelliği, “et” parçası dilde değildir. Öyle olsaydı, develer, inekler, hattâ iki metre uzunluğunda bir dile sahip olan bukalemunlar daha iyi konuşacaktı. Demek ki, mâharet, konuşturandadır. Bülbülü, kanaryayı ve binlerce çeşit varlığı, insanı böyle konuşturan zât, kurdu da öyle konuşturmuştur.
Hiç şüphesiz ki, mikrofon, teyp, televizyon, radyo konuşuyor! Hiç demir parçası konuşur mu? Konuşmaz. Mârifet, teybe veya mikrofona konuşturma özelliğini verendedir.
Hatta, ağaçlar bile mu’cize eseri konuşmuş:
* Bir Arabî gelmiş, bir delil istemiş. Resûl-i Ekrem (asm) bir ağaca işâret etmiş; ağaç sağa ve sola meylederek köklerini yerden çıkarıp, huzur-u Nebeviye’ye gelerek, ‘Esselâmu aleyke ya Resûlallah’ demiş.1
* Hutbeyi, kuru hurma direğine yaslanarak okurmuş. Minber-i şerîfe geçtiği vakit, direk dayanamayarak, hâmile deve gibi inleyerek ağlamış.
Resulûllah elini üstüne koymuş, ancak o zaman susmuş.2
* “Dağ, taş, Resûl-i Ekrem’e (asm) ‘Esselâmu aleyke ya Resûlallah (Selâm sana ey Allah’ın Resûlü) diyorlardı.”3
Acaba insanlık dağ, ağaç ve taşların da dilini anlayabilecek bir seviyeye gelecek mi? Madem mu’cize, ilmin en son sınırını gösteriyor, Allahu â’lem, bu sınırın yakınlarına varmadan kıyamet kopmayacaktır!
Ölüme hayat rengi vermek
“Allah’ın izniyle anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim”4 âyetindeki Hz. İsa’nın sözlerini yorumlayan Bediüzzaman şu müthiş öngörüde bulunur:
“Kur’ân, Hazret-i İsâ’nın (as) nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarîhan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen terğib ediyor. İşte şu âyet işaret ediyor ki: ‘En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve musîbetzede benîâdem! Me’yus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermânı mümkündür; arayınız, bulunuz. Hattâ, ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.’
“Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisân-ı işaretiyle mânen diyor ki: ‘Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: Biri mânevî dertlerin dermânı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidâyetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi, onun nefesiyle ve ilâcıyla şifâ buluyor. Sen de benim eczahâne-i hikmetimde her derdine devâ bulabilirsin. Çalış, bul! Elbette, ararsan bulursun.’ İşte beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyâtından çok ilerideki hududunu, şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor.”5
Dipnotlar:
1- Şifâ, 1:299; 2- Buhâri, 2:11; Müslim, hadis no: 2374; Şifâ, 1:330; Neseî, 3:102; 3- Şifâ, 1:306-307.; 4- Âl-i İmrân : 49. 5- Sözler, s. 232.
20.11.2006
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|