Aslında dünyanın her yerine gitmek istiyorsan Amerika’ya gelebilirsin. Bütün dünya burada toplanmış çünkü. Her milletin olduğu bu güzel çeşnili salatanın ‘Hangi sebzesiyiz?’ diye hiç düşünmedim, ama şunu biliyorum ki bu çeşninin içinde yer almak bakış açımıza büyük bir zenginlik katıyor. Her din ve milletten insan var ve aynı ölçüde herkes özgürce her şeyi yaşamakta. Bir zamanlar “ah keşke”ler taşımışım zulamda. Elimdeki fırsatların yetersizliğinden yakınmışım. Birşeyler değişirse eğer, her şey değişir sanmışım. Bu ne büyük gafletmiş meğer. Özlemler;
Yalnız kalmak: Amerika’nın bazı eyaletlerinde çok yalnız kalıyorsun, bazı eyaletlerinde kalabalıktan yakınıyorsun. Herkes Türk olunca, “Burası mı yabancı memleket?” diye soruyorsun diyorlar, ama ikinci kısmı çok hissetmedim. Yalnızlığı ve uzaklığı öyle çok hissettim ki. Türkiye’de hangi meslek grubunda olursa olsun veyahut ev hanımı, hayatı koşarak yaşadığımızı ve hep cümbür olduğumuzu hatırlıyorum.
Sessizlik: Sokakta oynayan çocukları ülkemde bıraktım. Koca şehrin sessizliğinde bir araba kornaları bir de çocuk çığlıkları duyuyormuşum meğer. Buradaki çocuklar küçükken büyümek zorunda. Yeri geldiğinde haddi aşan şımarıklıkları varmış arkadaşlardan duyduğuma göre, yalnız bunları görebileceğin bir sokakları yok. Çünkü çocuk kaçırma olaylarına oldukça sık rastlanıyor. Buraya ilk geldiğimde, “Özlemişim sessizliği, ne kadar güzel, huzur var, uzun zamandır bunu bekledim” demiştim. Çok teknik ve çok ruhsuz olarak niteleyebileceğim gündelik hayatın içine heyecan, yaşama sevinci, insancıl olan her şeyi sığdırmak isteyişim biraz acemice geliyor çoğu zaman.
Rahatlık: Burada kaybolmak çok kolay. İstediğin her zaman bunu yapabilirsin, seni kim tanıyacak kim bilecek? Kendi dizginlerini ellerinle koyuyorsun, çok özgür olmanın verdiği usanmışlıkla. Aynı zamanda çarpık bir düşünceye sebep olduğunu gördüm bu özgürlük fazlalığının. Bazı arkadaşlar, “Türkiye’de olsam tesettürüme daha çok dikkat ederdim, (sonra akraba, konu-komşu ne der?) ama burada zaten herkes başka dinlere mensup, kimse kimseyle ilgilenmiyor, zaten rahatsın” diye bir çıkarıma varmışlar ki bu çok yazık.
Kuşbakışı: İstediğim kadar hayal büyütebilir, gerçekleşmesine aldırmadan, sadece hayallerimin gün geçtikçe değişmesini seyretmekle yetinebilirim. Çünkü burada geriye bakmak yeterince alıyor canını. Sanki çooooooook yüksekten uçuyor gibi uzaklığın ölçütü yokmuşcasına, ülkene doğru bir bakış attığında aslında kendi geçmişine daldığını biliyorsun. Bu da küçümsenmeyecek kadar önemli bir nefis muhasebesi oluyor sana. Her saniyesi için şükrediyorsun, bunu daha önceleri fark edemeyişine hayıflanarak. Başka bakmak ne güzel bir lütufmuş. Bakış açısının genişlediği ve hatta dünyalaştığını hissetmek acı tatlı herşeyiyle geleni kabullenmek açısından ne çok şey öğretti bana.
Vakit: Hiç farkında olmadan bilgisayar dünyasının içinde buldum kendimi. Vaktim yok mızıldamaları yapacak sebebim kalmadı ne yazık. Artık diyorum ki; “Hadi vaktim çok şimdi ne yapmak istiyordum?” Fakat hepsi de uçup gitti. Bitirmeyi düşündüğüm kitaplarım bir kenarda yüzüme bakarken, ben, “Biraz daha bekleyin, hele şunu bitireyim. Bir vakit bulsam” diye avuturken kendimi, aklımın ucundan bile geçmeyecek kadar zamanla doldum. ”Kendimi özlüyorum” dediğim bir anımı hatırladım çalışmaktan tükendiğimde; ama aklıma hiç gelmezdi ki “Kendimi biraz özlemek istiyorum” diyeceğim. Çok şeyden şikâyet edebilirsin, ama “Elimde olsa şu fırsatlar neler yapmazdım” deme. Çünkü bu gerçek değil. Her şey ellerine bırakıldığında sen eskisi kadar istemiyor olabilirsin ya da değişmiş olabilirsin. Oysa ki basit bahaneler içinde hayatı kaçırıyorsun.“Yanlış yazılacak seneleri silmeye ihtiyarlığın silgisi yetmez, hayat ancak dosdoğru yaşamaya yetecek kadardır.”
20.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|