Geçen hafta "gazetem.net"te Kıbrısla ilgili yazısı çıkan Ahmet Altan, 1974'te "Kıbrıs Fatihi" olarak isimlendirilen Bülent Ecevit'in yanlış ve beceriksiz diplomasi atakları sayesinde, Kıbrıs meselesinin düğüm üstüne düğüm bağladığını, ayrıca Türkiye'nin de uluslar arası platformlarda, özellikle AB karşısında adeta eli kolu bağlı bir duruma düşürüldüğünü belirterek, özetle şu temayı işliyor: Kıbrıs'ı fethedelim derken, Türkiye olarak kendimiz esir duruma düştük. Oksijen tüpüyle Kıbrıslı Türkleri kurtaralım derken, kendimiz baygın düştük. Şimdi, ne onları, ne de kendimizi kurtarabiliyoruz.
Aynı konuyu 17 Kasım günkü yazısında işleyen Akşam gazetesi yazarı Engin Ardıç ise, kendi üslûbunca meseleyi tahlil ediyor ve çok daha köşeli ifadeler kullanarak şu "Kıbrıs Fatihi" balonuyla adeta dalgasını geçiyor.
İşte, Engin Ardıç'ın kendi sözlerinden bir potburi:
"Ecevit, sıradan ve başarısız bir politikacı değil de çaplı bir devlet adamı olsaydı, ...gerek oraya gerek Yunanistan'a demokrasi götürmüş, faşist Yunan cuntasını devirmiş olmanın 'muazzam uluslararası rantı' yenirdi...
"Kabız Babıâli ayakçılarının yerlere göklere sığdıramadıkları Karaoğlan, bu fırsatı kullanamadı. Boyu yetmedi. Kıbrıs'ta da, en durulmaması gereken yer ve zamanda durdu, en yürünmemesi gereken yer ve zamanda yürüdü.
"Ambargo da, ekonomik krizler de, iç savaş da, terör de, silâhlı ayaklanma da, darbe de başımıza bu yüzden geldi. Ecevit'in hediyesidir.
"Otuz iki yıldır çektiğimiz acıların tek, tek, tek nedeni Kıbrıs'tır, başka hiçbir şey değil. Kıbrıs 'meselesi' olmasaydı ne ASALA terörü olurdu, ne PKK isyanı, ne anarşi, ne de 12 Eylül... Yunanistan NATO'dan çıkmaz, Amerikan yönetimi de onun geri dönmesine ses çıkarmayacak bir Türk diktatör arayışı içine girmezdi!"
Evet, tam 32 yıldır Türkiye'nin başını ağrıtan şu Kıbrıs meselesinin, ne yazık ki, Türkiye'nin başını daha ne zamana kadar ağrıtacağı da bir türlü kestirilemiyor.
Ortada makul bir öngörü bulunmadığı gibi, taraflarca kabul edilebilir, yahut mutabakata varılabilir herhangi bir plan–proje de yok.
İşte, bütün bunlar açıkça gösteriyor ki, "Kıbrıs Fatihliği" aslında sıkılmış bir palavradan veya şişirilmiş bir balondan ibarettir.
Gün geçtikçe, aldığı iğne darbeleriyle bu balon da sönmeye devam ediyor.
Anket
Dandik anketler
Siyasî partilerle ilgili yapılan son anketlerden biri, geçen hafta Yeni Şafak gazetesinde yayınlandı.
Sıralama, yüzdelik oranla kabaca şöyle oldu:
Kararsızlar (+hiçbiri): 30; AKP: 29; CHP: 12.7; MHP: 6; DYP: 5,6.
Bu sonuçlara göre en büyük parti KP, yani "Kararsızlar Partisi."
Aynı anketin verilerine göre en başarılı liderler sıralaması ise şöyle: "Erdoğan, Ağar, Mumcu, Bahçeli, Ahmet Türk, Kutan, Zeki Sezer, Cem Uzan."
Bu tabloda hayli dikkat çekici birkaç nokta var. Şöyle ki:
1) Oy oranı itibariyle ikinci parti konumunda gösterilen CHP'nin Genel Başkanı Deniz Baykal'ın ismi, dokuz tanesi zikredilen "liderler" sıralamasında yer almıyor bile.
2) Oy oranı sıralamasında 4'üncü gelen DYP'nin Genel Başkanı Mehmet Ağar ise, en başarılı liderler arasında 2. sırada yer alıyor.
3) Bu ankette, "kararsızlar+hiçbiri+diğer" diyenlerin toplamı yüzde 34'ü geçiyor. Belirsizliğin bu kadar şişirildiği bir anketin daha önce yapıldığını, yahut yayınlandığını hatırlayamıyoruz.
Sonuç: Ortaya çıkan ve inandırıcılıktan hayli uzak görünen bu tür anketler zaman zaman yapılıyor olsa da, bunun kadar dandik olana herhalde ilk kez rastlanıyor.
Kısaca
Kimler kurmay subay olamaz
16 Kasım 2006 tarihli Vatan gazetesinde yer alan bir haberin özeti: TBMM Millî Savunma Komisyonunda tartışmalı şekilde görüşülen ve sonunda kabul edilen yeni bir düzenlemeye göre, subayların harp akademilerine kabul edilmesinde "eşlerin tutum ve davranışları” da dikkate alınacak.
Haberdeki özetin özeti ise şudur: "Eşi tesettürlü olan bir subay, yükselip de kurmay olamayacak."
20.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|