Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Zıt yönlü mesajlar



Hafta başında üç gün süreyle çıkan "Fikriye'nin sır ölümü" ile "Ecevit'in ardından" muhtevalı değerlendirme yazılarımızla ilgili olarak, birbirinden olabildiğince farklı çok sayıda telefonlar, mesajlar aldık: Övgüler var, yergiler var, takdirler var, tehditler var, duâlar var, hakaretler var bu mesajlarda.

İki–üç gündür, haylice zıt yönde anlam taşıyan ve yoğunlaşarak akan bu mesajlardan, kendimce de bir takım mesajlar çıkarmaya çalışıyoruz.

* * *

Tebrik ve duâ için arayan, yahut e–mail yoluyla mesaj gönderenlerin hemen tamamını tanıyoruz. Tanışmadıklarımızla da, bu vesileyle tanışmış olduk. Hepsine, bilmukabele tebrik ve duâlarımı iletiyoruz.

* * *

Tehdit yüklü mesajlar gönderen, yahut salya–sümük küfür ve hakaret yağdıranlardan ise, emin olun bir tekini dahi tanımıyorum. Zaten, onlar da merdâne bir şekilde ortaya çıkıp kendilerini göstermiyorlar; hüviyetlerini olabildiğince gizlemeye çalışıyorlar.

* * *

Ha, bu arada yurt dışından da e–mail yoluyla mesaj gönderenler var. Onlardan biri şu tehdidi savuruyor: "Eğer Türkiye'de yaşasaydım, size haddinizi nasıl bildireceğimi bilirdim."

Şimdiye kadar, bize had bildirmek isteyen çok kişi oldu. Bunları şahsen hiç tanımasak da, karakteristik özelliklerini gayet iyi biliriz: Bunlar, fikren bizimle başedemeyen, yahut galebe çalamayanlardır ki, mağlup düştüklerini anladıkları anda, akıllarına hemen "kuvvete müracaat" etmeyi getiriyorlar.

Evet, tehdit etmek, kuvvet metodunu düşünmek, aslında acziyetin, zaafiyetin ve fikrî iflâsın bir ifadesidir. Zira, aklına fikrine güvenen, dahilde kuvvete, şiddete müracaat etmez.

Bizim, müflislerle uğraşacak fazla bir zamanımız yok. Bu sebeple de, salya–sümüklü mesaj sahiplerine, ne buradan, ne de e–mail ile herhangi bir cevap verme ihtiyacını duymuyoruz.

Şayet, karşımıza fikir ile çıksalar, tenkitlerini mantık üzerinden yapsalar, biz de onları muhatap alır ve diyalog yolunu açık tutarız.

* * *

Bu arada, içinde alay ve küçümseme edası olmasına rağmen, küfür ve hakaret içermeyen bir "okuyucu mesajı"nı burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

Enver Şahin isimli okuyucunun, muhtemelen sinirlilik haliyle yazıp gönderdiği ve bizim imlâ yönünü kısmen düzelttiğimiz mesajı şöyle: "Hıncal Uluç gibi birinin yazısından sözünden köşene alıntı yapman, bahsetmen değmez. Okuyucu olarak, bir milyon Uluç'u bir Ecevit'e değişmem. Dahası, Merve Kavakçı 'Haddini bildirecek' kadar kayda değer birisi değildir. Daha sonra, basından öğrendik özel hayatını. 'Tebliğdeki ölçü, evvelâ yaşamaktır' değil mi? Madem ki başındaki örtünün hakkını veremiyorsun, o halde haddi bildirilmelidir, sayın allâme hocam. Saygılarımla efendim."

Saygılar bizden Enver Bey.

Sanırım, pür–hiddet yazdığın için, cümleleri tepetaklak ederek gönderdiğin mesajında şunu demek istemişsin: "Bir Ecevit'i bir milyon Uluç'a değişmem. Başörtüsüyle Meclis'e gelen Merve Hanım, zaten göründüğü gibi biri değildi. O halde, Ecevit'in ona 'Haddini bildirin!' demesi gayet normal karşılanmalı."

Kıymetli okuyucu, bu konuda sizinle polemiğe girmiyor, sadece vicdanınıza seslenerek, kendinize şunu sormanızı tavsiye ediyorum: Şayet, o gün Meclis'te farz–ı muhal Merve Hanım değil de, samimiyetinden şüphe dahi edilmeyen bir başka hanım olsaydı, acaba Ecevit'in tavrı yine aynı olmaz mıydı? Yani, hiç sesini çıkarmayacak ve hiddet eseri göstermeyecek miydi?

Bu sorunun cevabı, sanırım Ecevit hakkındaki tereddütleri de izale edecektir.

Günün Tarihi

Cenaze namazı ve sonrasında yaşananlar

10 Kasım 1938: M. Kemal Atatürk, İstanbul Dolmabahçe'de öldü.

19 Kasım’a kadar İstanbul’da Dolmabahçe Sarayında bekletilen katafalkın önünde büyük izdiham yaşandı. O zamanın Diyanet İşleri Başkanı Ord. Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından M. Kemal’in cenaze namazı kılındı. 16 Kasım günü meydana gelen izdihamda, 4’ü erkek ve 7’si kadın olmak üzere 11 kişi ezilerek öldü.

Atatürk’ün cenazesi, on iki generalin eşliğinde Yavuz Savaş gemisine taşındı ve İzmit’e getirildi. Buradan da trenle 20 Kasım günü Ankara’ya getirilerek Etnoğrafya Müzesindeki geçici kabre konuldu.

Daimî kabir ise, özellikle zamanın Başbakanı Şükrü Saraçoğlu ve eski başbakanlardan Celâl Bayar’ın öncülük etmesiyle 9 Ekim 1944’te temeli atılan ve Rasattepe’de inşa edilen “Anıtkabir,” 10 Kasım 1953’te tamamlanarak, resmî törenlere hazır hale getirildi. Açılışı, yine Celâl Bayar yaptı; ancak bu defa “Cumhurbaşkanı” sıfatıyla...

Bardakçı'nın yazdıkları

10 Kasım 1998 tarihli Hürriyet'te çıkan Murat Bardakçı'nın araştırma yazısı, cenaze namazının "Türkçe selâm ve duâ"larla kılındığını belgeliyor. Buna göre, "Allahu ekber" yerine "Tanrı uludur" denmiş, "selâm" yerine de "esenlik" dilenmiş.

Bardakçı, ayrıca 1953'te naaşın açılması esnasında, ilâçlamaya rağmen cesedin bozulduğuna dair "tek karelik" bir fotoğraftan söz ediyor; fakat, "Hürriyet ailesi" olarak bunu yayınlamamayı tercih ettiklerini belirtiyor.

Bardakçı'nın söz konusu yazısı aynen aşağıdaki gibidir.

Türkçe dualarla

Atatürk'ün cenaze namazı 10 Kasım'daki vefatından dokuz gün sonra, 19 Kasım 1938 sabahı saat sekizi on geçe kılındı. Dolmabahçe Sarayı'ndaki namazı Diyanet İşleri Başkanı Şerafeddin Yaltkaya kıldırdı.

Kalabalık bir cemaatle kılınan namaz dört dakika sürdü. ‘‘Allahu ekber’’ yerine ‘‘Tanrı uludur’’ dendi. Namazdan sonra selâm verilirken de ‘‘Selâmun aleykum’’ değil, ‘‘Esenlik üzerinize olsun’’ sözleri kullanıldı.

Hürriyet’in zor kararı

Fotoğraf önümüze geldiğinde hepimiz irkildik. Şimdiye kadar hiç bilmediğimiz, varlığından dahi haberdar olmadığımız bir fotoğraftı.

Atatürk'ün naaşının Etnoğrafya Müzesi'nden Anıtkabir'e naklinden hemen önce çekilmişti. Tarih, 10 Kasım 1953'tü.

Fotoğrafta kapağı açılmış bir tabut, içinde de Atatürk'ün naaşı görünüyordu.

O gün, sadece tek kare çekilmiş bir fotoğraftı.

Hiçbir belgede varlığından söz edilmeyen ama son derece tarihi bir belgeydi. İçimizi derin bir hüzün kapladı.

Çünkü naaş, 10 Kasım 1938'de Etnoğrafya Müzesi'ndeki geçici kabrine yerleştirilmeden önce tahnit (bozulmaması için ilaçlanması) edilmesine rağmen, zaman içinde bozulmuştu.

Tahnitin başarılı olamadığı bu kareyle kayda geçirilmişti.

Ne yapacaktık? (Not: Yayınlamamayı tercih ediyorlar.)

10.11.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (09.11.2006) - Öyle bir vahşet ki, canavar bile mâsum kalır

  (08.11.2006) - Eserine bakalım

  (07.11.2006) - "Dördüncü Mustafa"nın ölümü

  (06.11.2006) - Fikriye Hanımın sır ölümü

  (04.11.2006) - Vatandaşın acısıyla dalga geçme Hürriyet'i

  (03.11.2006) - Hazine değerindeki resimler

  (02.11.2006) - Depremin eli kulağında mı?

  (01.11.2006) - Uçuk modalar

  (31.10.2006) - Hangisi gerçek Atatürk?

  (30.10.2006) - Cumhur, Cumhuriyet'ten vazgeçmez

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004