Eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in ölümü, bir vesile ile 12 Eylül ihtilâlini yeniden gündeme taşıdı. Ecevit’in 27 Mayıs 1960 ihtilâli ve 28 Şubat 1997 ‘post modern darbe’sine destek çıkıp, 12 Eylül’e itiraz etmesi tutarsızlık olarak yorumlandı.
Bazıları da 12 Eylül ihtilâlini eleştiren bir filmin (Eve Dönüş) vizyona girmesi sebebiyle ‘eski defter’leri karıştırıp, siyasetçileri ihtilâle ‘zemin hazırlamak’la itham etmiş.
“12 Eylül”ü anlatan bir filmin çekilmesine itiraz eden Hıncal Uluç şöyle demiş: “11 Eylül 1980 Türkiye’sinin filmini kim yapacak? Gerçekleri, o günleri hiç yaşamadan yorumlamaya kalkan bugünün beyni yıkanmış kuşaklarına gerçekleri kim anlatacak? (...) 12 Eylül sabahına, bugün 12 Eylül’e en çok küfredenler dahil, milyonlarca insanın nasıl bir rahat nefes alarak uyandığını kim söyleyecek? (...) 11 Eylül’ü bilmeden, anlamadan, yaşamadan 12 Eylül filmi olur mu?” (Sabah, 8 Kasım 2006)
İçinde bazı ‘doğru’lar barındırıp, kulağa hoş gelen itirazlar gibi görünse de, bu tesbit 12 Eylül’ü ‘masum’ görmek ve göstermek için yeterli değildir. Değil 11 Eylül’ün, istenirse 27 Şubat’ın ve 26 Mayıs’ın da filmi yapılsın, buna itiraz edecek değiliz. Ancak 12 Eylül ihtilâline imza atanların işledikleri ‘suç’u görmeyip, bütün suçu siyasîlere atmak hakperestlik olmaz. Tabiî ki siyasetçilerin de hataları vardır ve olmuştur. Ama bütün bunlara rağmen, hatanın büyüğü siyasetçilerde aranmamalı. Bugünkü nesillerin ‘beyni yıkanmış’ ise, bunu yapanlar kimdir? Hâlâ ihtilâli ve ihtilâlcileri övmek, beyin ‘yıkama’ sayılmaz mı? 11 Eylül’ü anlamadan 12 Eylül filmi elbette olmaz. Zaten mesele bu: 11 Eylül’ü doğru anlamak...
11 Eylül’ü anlamak, 12 Eylül’e nasıl gelindiğini anlamaktır ki, bunun bir yolu da sebep olanların itiraflarına kulak vermektir. Doğru, 11 Eylül’de manzara iç açıcı değildir. Anarşi almış başını gitmiş, ‘kurtarılmış bölge’ler sıradan hale gelmiştir. Ancak şu sorunun da cevabı verilmelidir ve bugüne kadar tatmin edici cevap verilmemiştir: 11 Eylül’de durmayan kan, 12 Eylül’de nasıl durmuştur? 12 Eylül’de kanı durdurabilen ihtilâlciler, 11 Eylül’de durduramaz ve ihtilâlsiz bu sıkıntılar aşılamaz mıydı?
Bu sorulara cevap olabilecek bir itiraf var ve bu itirafı her fırsatta hatırlatıyoruz. İhtilâlin 2. Ordu Komutanı ve Kenan Evren’in eski müşaviri Org. Bedrettin Demirel’e yapılan konuşmayı tekrar hatırlayayalım:
Soru: “Paşam, 12 Eylül’ün olacağını ne kadar önceden biliyordunuz?”
Cevap: “Hep konuşuyorduk. 12 Eylül’ün geç yapıldığına inanıyorum. Arkadaşlarımızın çoğu, ‘Tam olgunlaşsın, millet tarafından tamamen tasvip edilsin’ dediler. Bana kalsaydı, en az bir yıl önceden yapardım. Bir yıl çok kan aktı.”
Soru: “Bu sözlerinizden, 12 Eylül organizasyonunun bir yıl öncesinden planlandığı anlaşılıyor.”
Cevap: “Komutanların kanaatleri alınıyordu... Evren Paşa’ya, görüşlerimizi arz ediyorduk.” (Milliyet, 7 Temmuz 1987)
Bu itiraflara rağmen, bütün suçu siyasetçilere atmak mümkün müdür? (Ayrıca siyasetçileri de ‘ihtilâle destek veren ve vermeyenler’ olarak ayırmak lâzım.) Evet, 11 Eylül’ün filmi de elbette yapılsın. Ama bu itiraflar da bilinerek yapılsın.
10.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|