Başörtüsü yasaklandı, Kur’ân kursları kapatıldı
Dünden devam
1995 seçimlerinden % 14 oy alarak tekrar solun birinci partisi olmayı başarmış ve DSP 77 milletvekilliği kazanmıştı. Bu seçimlerde Necmettin Erbakan’ın başkanlığındaki Refah Partisi oylarını önemli oranda arttırarak birinci parti olurken, CHP de barajı aşamamıştı. Bu seçim kampanyası sırasında birçok RP’linin sivri çıkışları ve beyanları olmuştu. Erbakan başta olmak üzere, Şevki Yılmaz, İbrahim Halil Çelik, Şevket Kazan, Hasan Hüseyin Ceylan, Şükrü Karatepe gibi RP’liler, bazen de nezaket sınırlarını aşarak ortamı gerecek konuşmalar yapmışlardı. Seçimlerden sonra Tansu Çiller, hükümete bile girmeden Ana-Yol hükümetinin kurulmasına rıza gösterecek ve Başbakanlığı Mesut Yılmaz’a verecekti. Ancak Mesut Yılmaz, bu hükümeti döneminde yolsuzluk bahaneleriyle ortağı Tansu Çiller’i hedef alacak ve “Çamurun üzerine oturmam” gibi çok masum görünen bir söylemin arkasına sığınarak, DYP’yi bitirmeye çalışacaktı. Mesut Yılmaz’ın bu oyununu bozmak için Tansu Çiller de partisini hükümetten çekip, Erbakan ile anlaşacak ve “dönüşümlü başbakanlık” formülüyle Refah-Yol hükümeti kurulacaktı. Çiller böyle bir hükümet kurulmasına imkân tanımasaydı, büyük ihtimalle Refah Partisi ile Anavatan Partisi koalisyonu (Ana-Refah) kurulacaktı.
Ekonomik olarak ülkeyi düzlüğe çıkarmak için büyük gayret gösteren bu hükümet, Erbakan ve bazı arkadaşlarının yanlış söylem ve icraatları ile pusuda bekleyenlerin hedefi haline gelecek, ardı ardına verilen brifinglerle üniversiteler, adalet kurumları ve diğer etkili kuruluşlar yönlendirilecek, basın, büyük bir baskı altına alınarak andıçlarla sindirilecek ve büyük bir gerilim ortamı meydana getirilerek hükümetin çekilmesi sağlanacaktı.
Bu dönemde Sincan Belediyesinin düzenlediği “Kudüs Gecesi” büyük tepkilere sebep olacaktı. Ortamı kaşımaktan başka hiçbir anlamı olmayan bu gibi olaylar, 28 Şubat’a giden yolda, önemli gerekçeler olarak kullanılacaktı. Sonraki günlerde tanklar Sincan’da yürütülecek ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, bu durumu savunarak “Balans ayarı yaptık” diyecekti. 28 Şubat’ın alt yapısını hazırlamak amacıyla, senaryolar birbiri ardına sahneye konuluyordu. Televizyon ekranlarında her Allah’ın günü sarıklı-sakallı haberleri arka arkaya patlatılıyordu. Aczmendi’lerin cübbeli, sopalı görüntüleri, Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı ve Fadime Şahin dizileri haber bültenlerinde arkası yarına dönüşüyordu.
Erzurum’da Osman Özbek Paşa’nın, Erbakan’ın Libya’ya yaptığı zamansız gezisini eleştirirken kullandığı ve devlet teamüllerine tamamen aykırı olan sözleri de cevapsız kalınca, hükümete yönelik hücumlar bir linç operasyonu haline gelmişti. Bu durum karşısında Başbakan Erbakan istifa etmek zorunda kalmıştı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, yeterli sayıda milletvekilinin imzalı talebine rağmen, hükümeti kurma görevini Tansu Çiller’e vermeyecek, Mesut Yılmaz, hükümeti kurmakla görevlendirilecekti. Çünkü bazılarının nazarında, Tansu Çiller ve İçişleri Bakanı Meral Akşener bu dönemde “büyük yanlışlar” yaparak gözden düşmüşlerdi. Çiller’in en büyük hatası, Erbakan’ı başbakan yapmaktı.
Bu sıralarda Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde kurulan Batı Çalışma Grubu, bütün ülkeyi kapsayan bir fişleme faaliyetine girişmişti. Valiler, kaymakamlar, okullar, yurtlar, daire amirleri, memurlar araştırılıyor; dindar olanlar, namaza gidenler, hanımının başı örtülü olanlar potansiyel suçlu kategorisine dahil ediliyorlardı. Bu fişleme öyle bir boyuta ulaşmıştı ki, mağazalar, marketler, şirketler ve hatta kebabçılar bile bu suçlama ve fişlenme furyasından nasiblerini almışlardı.
Askerî personelin eşleri de bu jurnal faaliyetlerinde ajan olarak çalıştırılmak isteniyordu. Batı Çalışma Grubunun bu faaliyetleri, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından deşifre edilmişti. Bu sıralarda Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu ile er Kadir Sarmusak bu faaliyetlerden dolayı tutuklanmıştı. İşte İçişleri Bakanı Meral Akşener ile Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller bu gerekçelerle kara listeye alınmıştı. 28 Şubat sürecinde kemal-i hahişle hükümeti kurmaya amade olan Mesut Yılmaz ve DYP’den istifa ettirilen milletvekillerine, Hüsamettin Cindoruk başkanlığında kurdurulan DTP ile DSP, Ana-Sol-D Hükümetinde bir araya gelecek ve Bülent Ecevit Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak aradan 19 yıl geçtikten sonra yeniden hükümette görev alacaktı.
Bu dönemde başörtüsü ile amansız bir mücadele başlamıştı. Yasak bütün üniversitelere en acımasız bir şekilde yaygınlaştırılmıştı. Hatta bir ara yasağın en katı uygulamacısı durumunda olan Kemal Alemdaroğlu yönetimindeki İstanbul Üniversitesinde, yasağın gevşetilme belirtileri görülmüş, ancak “füruat” dalgasıyla birçok öğrenci başını açıp derslere devam edince, bundan vazgeçilmişti. Bu hükümet döneminde Batı Çalışma Grubu’nun Başbakanlığın kontrolüne geçmesini sağlamak amacıyla Başbakanlık bünyesinde bir Takip Kurulu oluşturuluyor ve Başbakan Mesut Yılmaz da “Artık BÇG’ye gerek yok” diyordu.11 Fakat sonradan ortaya çıktı ki, BÇG çalışmalarına aralıksız devam etmiş, fişleme ve istihbarat çalışmalarını kesintisiz sürdürmüştü. Yine bu dönemde Anayasa Mahkemesi tarafından seçimlerden birinci parti olarak çıkan Refah Partisi kapatılıyordu. Refah Partisi bu dâvâ sürecinde imam hatip liselerini açmakla suçlanacak, bu arada Anayasa Mahkemesinde yapılan savunmada, Refah Partisinin bir tek imam hatip lisesi bile açmadığını, imam hatip lisesi açma yetkisinin Millî Eğitim Bakanlığında olduğunu, hiçbir zaman da Millî Eğitim Bakanlığının Millî Selamet Partisi ve Refah Partisi tarafından yönetilmediği ifade edilecek, ancak kapanmaktan kurtulamayacaktı.
12 Eylül’den sonra partilerin yeniden kurulmasına Millî Güvenlik Konseyi tarafından izin verilince, Necdet Calp başkanlığında Halkçı Parti dışında başka bir sol partinin kurulması hazırlıkları yapılır. Eski CHP’liler bu konuda başı çekerler. Ecevit’e de teklif götürülür. Ancak Ecevit bu tekliflerin hiçbirini kabul etmez. 12 Eylül’den sonra kendisinin yalnız bırakıldığını düşünmektedir. Sonra Erdal İnönü ikna edilir. Onun başkanlığında SHP’nin kurulması için müracaat edilir. İnönü başkanlığında kurulan SHP’yi ihtilâlcilerin güdümünde olmakla suçlar ve onları “beş generalin vetosuna boynunu uzatarak kurulan parti” diye eleştirir.12 Ne yazık ki, 28 Şubat sürecinde askerler tarafından kendisinden istenen bütün talepleri büyük bir istekle yerine getirecek ve irtica maskeli senaryolarla suçlanan dindarlarla, hiçbir demokratik kaygıya kapılmadan büyük bir mücadeleye girişecekti.
Bugünlerde patlayan bir olay, kamuoyunu uzun bir süre meşgul etti. Bu olay, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay’ın intihar girişimiydi. Burada olayın kilit isimlerinden birinin Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü o gün dokuz saat süren bir toplantıda beraber olmuşlardı. Daha sonra Hikmet Uluğbay’ın evine gitmişler. Sohbet etmişler. Hatta Uluğbay, misafiri ile bir şeyler yemiş ve içmişlerdi. Daha sonra Hüsamettin Özkan evine gitmiş ve bir süre sonra da Hikmet Uluğbay intihar etme teşebbüsünde bulunmuştu. Olay gecesi Uluğbay’ın eşi ilk olarak Hüsamettin Özkan’ı arıyor ve o da, eşofmanıyla Uluğbay’ın evine koşuyor ve hastahaneye gidiyorlar. Daha sonra Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit bu olayı “onurlu bir insanın girişimi” olarak niteliyordu.13 Bu intihar girişiminin o günlerde Egebank ve Etibank etrafında dolaşan yolsuzluk iddiaları ve içlerinin boşaltılması olayları ile ilgili olduğu basın organları tarafından yazıldı, çizildi. Ancak intihar olayının perde arkası hiç bir zaman ortaya çıkmadı ve olay “bunalım sonucu bir intihar girişimi” olarak kayıtlara geçti.
Daha sonra Mesut Yılmaz’ın istifa etmesi sonucu, 1977 yılında başaramadığı azınlık hükümetini, 1998 yılında sadece altmış bir milletvekiline sahip olduğu halde, güçlü destekleri arkasına alarak kurmayı başarmış ve bir kez daha başbakan olmuştu. Aslında bugünlerde başka bir senaryo ortaya konmuştu. O da Sanayi Bakanı Yalım Erez’in hükümeti kurmakla görevlendirilmesi senaryosuydu. Hiçbir partinin genel başkanı değildi. Güvenoyu alacağına dair kamuoyuna bir angajman da yapılmamıştı. Gerçi Başbakan atamak Cumhurbaşkanının göreviydi. Meclisten istediği bir milletvekilini Başbakan olarak atama yetkisi vardı. Ama öteden beri oluşan bir gelenek söz konusuydu. Bu görevlendirme belki de olağanüstü dönemin açık bir yansımasıydı. Burada Tansu Çiller’in bir karşı atağı söz konusu oldu. Daha önce partisinden istifa ettirilen bir şahsa hükümeti kurma görevinin verilmesini, kendisine karşı bir tezgâh olarak düşünmüş olacak ki, Ecevit’in azınlık hükümetini dışarıdan desteklemeyi tercih ederek, Hüsamettin Özkan vasıtasıyla Ecevit’e haber gönderiyordu. Böylece Yalım Erez’in önü kesilmiş oldu. Ecevit de ANAP ve DYP’nin dışarıdan desteği ile, altmış bir milletvekiline sahip olduğu halde bir azınlık hükümeti kuracaktı. Aslında bu hükümetin en önemli görevi ülkeyi seçime götürmekti. “İnançlara saygılı laiklik” kavramını sık sık gündeme getiren Ecevit’in bu azınlık hükümeti zamanında, başörtüsü yasağı adım adım imam hatip liselerinde de yaygınlaştırılmaya başlandı.
İşte tam bu sırada hiç hesapta olmayan bir olay gerçekleşiyordu. 1985 yılından beri, her cumhuriyet hükümetinin herhalde en çok istediği hususlardan birisi gerçekleşiyor ve Abdullah Öcalan, Ecevit için en uygun bir zamanda Türk yetkililere teslim ediliyordu. Bu başbakanlığı döneminde, Ecevit’ i herhalde en çok mutlu eden olay, Apo’nun Kenya’da paketlenerek kendisine seçim hediyesi olarak sunulmasıydı. Bunun getirdiği rüzgârın etkisiyle ve beklenmeyen çevrelerden de aldığı desteğin sonucu, 1999 yılında yapılan seçimlerde % 22 oy alarak Mecliste birinci parti olmayı bir kez daha başarmıştı.
— Devam Edecek —
Dipnotlar:
11- Kâzım Güleçyüz, Kumandalı Siyaset,Yeni Asya Neşriyat. Aralık 2000. İstanbul. Sayfa.211
12- Hasan Cemal, Tarihi Yazarken Yakalamak, Doğan Kitap, Mart 2000. 2. Baskı. Sayfa.193
13- Mehmet Eymür, Sentez, Milenyum Yayınları, 2. baskı. Şubat 2006. Sayfa.300
|
Abdülkadir MENEK
10.11.2006
|